Quantcast
Channel: Gezmeninsonuyok
Viewing all 114 articles
Browse latest View live

Üsküp, Makedonya

$
0
0
Balkanlar gezisinde Makedonya'ya sadece 2 gün ayırmıştım. Son gün sabah Üsküp'ten İstanbul'a döneceğimiz için 1 tam gün Ohrid ve Bitola gezisi, diğer gün de 2-3 saatlik bir Üsküp gezisi kafi olacaktır diye düşünüyordum ki yaptığımız planlar bir bir bozuldu şansızlık nedeni ile.


Gezimiz 3 gün Bosna-Hersek, 2 gün Karadağ, 1 gün Arnavutluk ve son 2 gün Makedonya şeklinde olacaktı. Bosna Hersek'i gezdikten sonra Karadağ için otogara gittiğimizde acı gerçek ile karşılaştık. Saraybosna'dan kış mevsiminde Karadağ'a araba yoktu. Bir de geziyi planlıyorken vize işlemleri ile hiç uğraşmayalım diye Hırvatistan'dan shengen de almamıştık. O yüzden Mostar'dan kalkıp bir daha Saraybosna'ya geçtik Karadağ için. Normalde Mostar'dan Karadağ'a geçmek daha kolay fakat otobüsler Dubrovnik üzerinden Karadağ'a geçtiği için vizeniz olmak zorunda.


Otobüs olmadığını öğrendiğimiz an yıkıldık ne yapalım ne edelim derken, e zaten Üsküp'ten döneceğiz, bari Üsküp'e gidelim dedik. Hemen o akşam da Üsküp'e otobüs varmış. 16 saatlik bir yolculuk ve 2 gümrük geçişi bizi bekliyordu :(

Sabah saatlerinde otogara ulaştığımız için akşamki otobüse kadar 5-6 saatimiz vardı. Biz de tekrar Saraybosna merkeze geçip vakit geçirelim, hem Makedonya'da ne yaparızı araştırıp, hem de kalabileceğimiz hostellere bakalım dedik. Bu arada şehirler arası veya ülkeler arası diyeyim ulaşım biraz pahalı geldi bana. Üsküp için 150 TL verdik :S Bu arada Karadağ'da bir hostelden iptal edilemeyen rezervasyon yaptırmıştık. 20 Euro da yandı, gitti.

Otobüs yolculuğu beni düşündürüyordu. Gel gör fena olmayan bir otobüs denk geldi ve yolcu azlığının avantajı ile de herkes tek olarak iki kişilik koltuklarda yayıla yayıla gitti 16 saat. Ara ara gözlerimi kapasam da yolculukta uyuyamadığımdan benim için biraz yorucu bir yolculuk oldu. Saraybosna-Sırbistan ve Makedonya gümrüklerinden rahatlıkla geçtik. Ne çok bekledik ne de bir sorun yaşadık. Gümrük kapısında şoför tek tek pasaportlarınız topluyor, memura teslim ediyor. Sonra memur geliyor pasaportları dağıtırken şöyle bir bakıyor yüzünüze o kadar. Sorunsuz bir yolculuk geçirdik.


Üsküp otogarına ertesi sabah 09.00 civarı indik. Hava sağnak yağmurlu, şehir oldukça kasvetli idi. Okuduklarımdan Üsküp'ün güzel olmadığını zaten biliyordum. Üzerine yağmur, çamur eklenince arkadaşımın da benim de oldukça moralimiz bozuldu. Zaten planımız değiştiği, 4 gün boyunca Makedonya'da olacağımız için oldukça hüzünlüydük. Bir de yağmurlu ve kasvetli bir ortama düşünce siz düşünün halimizi.

Taksici ile anlaştık ve merkeze bizi 5 Euroya bırakmasını söyledik. Zaten Merkez otogara oldukça yakınmış. Yağmur yağdığı için taksi kullandık ama değmez çünkü 10 dk kadar yürüme ile merkeze gidebiliyorsunuz otogardan.(Yani kazıklandık burada :/)


Düşüncem merkezde illa ki hostel buluruz olmuştu. Saraybosna'da, Mostar'da adım başı hostel, konuk evi, otel vardı. O yüzden taksiciye merkeze gidelim demiştik. Bir yandan yağmur yağıyor bir yandan da hostel arıyoruz. Elimde de bir kaç hostel adresi var ama tam olarak nereye gideceğimizi bilmiyoruz tabi. Yine bir taksi çevirdik. Hostelworld'den iyi puan almış olan bir hostele bizi götürmesini söyledik adresi göstererek. Merkezden uzaklaştıkça uzaklaştı taksici. Baya bir mesafe gittik. Neyse Makedonya oldukça ucuz bir ülke olduğu için taksi 2 Euro tuttu. (Bakın ilk taksi 10 euro idi kısacık bir mesafe için!)


Geldiğimiz hostel Vodno dağına doğru çıkarken, merkezden araba ile 10 dk, yürüyerek 20 dk uzaklıkta olan bir mesafede olan Hi Skopje Hostel'di. Dışarıdan güzel görünüyordu. Bulunduğu konum da sayfiye yeri gibi bir yerdi. 4 gece için fiyat aldığımda bana kişi başı geceliğinin 20 EURO olduğunu söyledi. Üsküp için çok fazlaydı. Zaten çok fazla paramız da yoktu. Örneğin çok güzel bir hostelde, Mostar'da 7,5 euro'ya kalmıştık. Üsküp için en fazla verebileceğim tutar gecelik 10 Euro idi. Pazarlık yaptık ama inmedi. Ben de yol üzerinde başka bir tabela görmüştüm. O hostel de hostelworld sitesinde vardı. Arkadaşıma ''gel bir de oradan fiyat alalım'' dedim.

City Hostel adlı diğer hostele ıslana ıslana gittik. Dışarıdan fena görünmüyordu ama içeriye girince çok vasat olduğunu gördük. Kişi başı 11 euro fiyat verdi. Zaten elimiz kolumuz bağlı, yorgunuz, ıslanmışız, yapacak bir şey yok, kabul ettik. 4 geceyi 44 Euro'ya bağlayarak bir oda aldık. Odalar vasattı, kahvaltı olduğunu söyledi sahibi ama mutfakta oldukça kötü kokuyordu.Biz odaya yerleştik ve tam dinlenmeye başlıyorken hostelin sahibinin babası geldi ve odanın dolu olduğunu akşam kalabalık bir grup geleceğini söyledi. Dilersek bir başka apartmanları varmış.''Buradan biraz yukarıda'' dedi. ''Beğenirseniz orada kalabilirsiniz daha sessizdir'' diye de ekledi. Biz de yeri görmeye gittik. Dediği gibi oldukça sessiz bir apartman içinde 3 odalı bir katta geniş bir oda verdi bize. Açıkçası asıl hostelden daha çok beğenmiştim burayı. Hem bizden başka kimse yoktu diğer odalarda, hem daha temizdi hem de daha sakin. Hostel gibi değil de bir daire gibiydi kaldığımız yer.

Evet hostele yerleştik bu sefer. Saat 11 civarıydı. Yorgunluktan ölüyoruz. Zaten hava kötü. Dedik uyuyalım, dinlenelim bari. Akşam havaya göre dışarı çıkarız. Çok sürmedi bir kaç saat sonra Hostele başka misafirler geldiği için ses nedeni ile uyuyamadık. Odada vakit geçirdikten sonra ortak alanda ( ortak dediğime bakmayın ufacık bir koridorda bir masa, 2 sandalye) hostele gelen biri Fransız, diğeri Bulgar olan çiftle tanıştım. Beraber Makedonya'yı turluyorlarmış araba ile ve 1 hafta gibi bir zamanları varmış. Üç beş sohbet ettik ve daha sonra yemek yemek üzere biz dışarı çıktık.



Üsküp Gezilecek yerler



Şimdi Üsküp dediğin yer 1 saatte gezilecek ve gerçekten başka görülecek bir şeyi olmayan bir başkent. Son yıllarda turizm açısından şehri çekici kılmak için ülke yetkilileri her yere binalar, heykeller, ilginç peyzajlar yaptırıyorlar. Çoğu inşaat aşamasında. O yüzden fotoğraflık diyebileceğim bir görüntü yoktu. Mutlaka kadrajınıza bir vinç, bir dozer veya bir bina iskelesi giriyordu. Tam hava kararırken merkeze geçtik. Şehrin Kapısı olarak düşünebileceğiniz yakın bir zamanda inşa edilen kapı ile merkeze girmiş oluyorsunuz. Sonrasında sağda alışveriş merkezi, solda güzel bir bina sanırım otel olarak kullanılıyor, hemen onun altında lüks bir restaurant ve çevresinde dükkanlar var. Hemen sağdan devam ederseniz her yerde o anlamsız heykelleri görmeniz mümkün. En görkemlisi Büyük İskender Heykeli. Devamında Osmanlı döneminden kalan Taş köprü ve tarih kitaplarında okuduğumuz, şarkı/türkülerde duyduğumuz Vardar Nehri. Nehrin diğer tarafına geçmeden sağ tarafında kafeler bulunmakta. Yazın belki buralar cıvıl cıvıl oluyordur, kim bilir. Vardar Nehri kıyısında anlam veremediğim çelikten yapılmakta olan Viking gemileri gözüme çarptı. Daha yapımı bitmemiş ama bittiğinde sanırım kafe/bar olarak kullanılacak şeyler. ''Neden ki?'' diye düşünüyor İnsan.



Köprü sonrasında Türk çarşısı girişi var. Burada da birbirine paralel sokaklarda rumeli türklerinin dükkanları bulunmakta. Zaten çarşıya girdiğinizde Türkiye'nin herhangi bir çarşısında olduğunuzu hissedeceksiniz. Çarşıda her şey var. Alışveriş mağazaları, yeme içme yerleri, kuyumcular, döviz büroları. Bir sokakta fena olmayan kafeler bulunmakta. Biraz buralarda turladıktan sonra herkes sokakta türkçe konuştuğu için bir esnafa bize önerebileceği bir restaurant var mı diye soralım dedik. Malum aynı dili konuşunca İnsan daha bir sıcak oluyor. Epey muhabbet ettikten sonra başka bir Türk turistin de muhabbetimize dahil olması ile bize önerilen süper esnaf lokantası olan Kosmos'a doğru yürümeye başladık. Köftesi meşhur Makedonya'nın bu arada. Köfte, tas kebap, cacıktan oluşan menüye baya komik bir rakam verdik. Çok lezzetliydi vallahi. Hayatımda öyle tas kebap yemedim. Kişi başı 3,5 euro verdik. Başka bir akşam ise Makedonya mutfağına özgü lezzetler deneme adına restaurant arayışımız başarısızlıkla sonuçlandı yine turk çarşısında bir esnaf lokantasında yemek yemeye karar verdik. Bu sefer menüde çorba+karışık ızgara+şopska salata ve içecek vardı. Kişi başı 10 euro gibi bir rakam ödedik. (Tabi bunları dinar olarak ödüyoruz ama kolayca hesaplamak için euro yazıyorum)

Sonrasında zaten hava kararmaya yakındı. Bir kahvede oturup çay içtik diğer Türk arkadaşın da yardımı ile. Kendisi 3 gündür Üsküp'ü geziyormuş. O nedenle bize yemek yenilecek ve bir şeyler içilebilecek yerleri gösterdi sağolsun. Çayımızı da içtikten sonra biraz fotoğraf çekmeye koyuldum ben. Çünkü artık hava kararmıştı. Ne idüğü belirsiz gökyüzü gitmiş, yerine gece gözüme daha güzel gelen bir şehir gelmişti. Bir de tüm gün yağmur yağdığı için ışıklı büstler, heykellerin yerdeki yansmalarına konsantre olmuştum. Etrafta biraz fotoğraf çektikten sonra Vardar Nehrinin hemen yamacındaki kafelerden birine oturup yorgunluk kahvesi söyledik. Sonrasında yürüme mesafemiz olduğu için yavaş yavaş otelimizin yolunu tuttuk. 20 dk'da merkeze gidip geldik 4 gün boyunca. Yağmur yağdığı zamanlar ise taksi kullanmak zorunda kaldık.



Üsküp'ü hiç beğenmedim. Okuduğum yorumlardaki görüşler yerden göğe kadar haklıydı.  gün burada olma düşüncesini ve yağmurlu havayı düşündükçe içimiz daha da bir hoş oldu :) Neyse kaynaklara bakıp bir kaç yakın alternatife gideriz her gün, günlerimizi öyle geçiririz diye planladık o gece.

Gideceğimiz yerler Ohrid, Bitola ve Tetova oldu. Zaman bol olduğu için Ohrid ve Bitola'yı ayırdım. Esasında ikisi de aynı güzergahta olan ve tek günde gezebileceğiniz yerler. Üstelik Üsküp'ten gidiş 4 saati bulmasına rağmen 2 günü de yollarda geçirmeye razıydık. Yeter ki Üsküp'te kalmayalımdı düşüncemiz.

Üsküp'te gezilecek yerleri şöyle sıralarsak; Taşköprü, Büyük İskender Heykeli, Üsküp Kalesi, Mustafa Paşa Cami, Davut Paşa Hamamı, Kapan Han, İshak Bey Cami önemli eserlerin başında geliyor. Onun dışında Taş Köprünün sol tarafında kalan bölgede bir kaç görkemli kilise görmeniz de mümkün. Bir de Vodno dağında yapılmış kocaman Milenyum Hacı denilen bir Hac var. Buraya taksi ile gidilip, daha sonra teleferik ile çıkılıyormuş. Hava bir gün açık olsa idi biz de çıkacaktık ama şanssızdık.




Makedonya'nın resmi parası Dinar. 600 Dinar=1 Eur. Hayat çok ucuz, her şey çok ucuz. Makedonya bana  70-80'lerde kalan bir ülkeymiş gibi geldi. Henüz gelişmemiş bir Ülke. İnsanlar, binalar, giyim, kuşam her şey Yugoslavya döneminde nasıl ise öyle gidiyor gibiydi.

Sonraki günlerimiz hep Üsküp dışında geçti. O yüzden Üsküp hakkında yazacaklarım bu kadar.

Süper 5'li ile keşfet!

$
0
0
Geçtiğimiz ay Samsung ve Atlas Dergisi'nin iş birliği ile Samsung S5'i tanıtım amaçlı bir yarışma düzenlenmişti online ortamda. Ben de kendimi tanıtarak katılmıştım. Daha sonra yarışmayı kazandığımı, Atlas ve Samsung ekibi ile fotoğraf dolu güzel bir gün geçireceğimizi öğrendim :)

İşte beraber gerçekleştirdiğimiz ''Karadeniz'i aydınlatan fenerler''çekimi  Haziran ayı sayısında Atlas'ta. 2 sayfalık S5'i tanıtan bir reklam dosyası oldu fakat gerçekten çok keyif aldığım, yeni ve güzel İnsanlar tanıdığım bir gezi oldu. Bu at Atlas Dergisi alanlar ilk sayfada benimle karşılaşabilirler :)


Ordu

$
0
0
3 günlük Karadeniz gezisinde 2 günümü Ordu'da geçirdim. Ordu'da gezdiğim yerler  Merkez, Perşembe'ye bağlı Yason Burnu, Ünye ve Perşembe Yaylası oldu. Çok arzu edip, gidemediğim ise 2 tane güzel doğa harikası göl oldu. Oralara maalesef araç olmadan gidilemediği için başka bir zamana ertelemek zorunda kaldım.
Ordu'ya Samsun Havalimanından direkt olarak kara yolu ile ulaşımın olduğunu belirtmiştim. Havalimanından bindiğimiz Servis'ten, Merkez'de inerek bir minibüse atlıyoruz ve otelimizin yolunu tutuyoruz. Saat henüz 11.00. Otelimiz Balıktaşı Otel. Merkeze 20 dk'lık bir yürüme mesafesinde, Karadeniz'in hırçın dalgalarının kıyısında çok temiz ve dinlenebileceğiniz bir Otel. Kişi başı 75 TL'ye kaldık, Oda+Kahvaltı dahil.

Odamıza yerleştikten sonra biraz dinlenerek kahvaltı yapabileceğimiz bir yer bakınalım sonra merkezi gezmeye başlarız dedik. Merkeze kadar sahilden yürüyorken hemen otelin biraz ilerisinde bir restaurant gördük. Adı Aktaşlar. ordu'da baya meşhur. Bir kaç yerde daha tesisleri mevcut. Saat 12.00 olmasına rağmen şansımızı deneyelim belki kahvaltı vardır dedik ve hislerimiz bizi doğru yere götürmüş, herkes kahvaltı ediyordu :) Güzel Karadeniz manzarası eşliğinde mükemmel bir kahvaltı ile kişi başı 22 tl vererek karnımızı doyurduk.



Sonrasında öncelikle gezimize Ordu çarşısından başladık. En sevdiğim şey öncelikle o ilin merkezini, çarşısını görmek, İnsanların günlük yaşamlarını gözlemlemek. Ordu düşündüğümden de gelişmiş bir şehir imiş. Sanırım burada yeni Büyükşehir Belediyesi olmasının rolü de büyük. Yıllarca Rum İmaratorluğunun egemenliği altında kalan bir yer olarak Ordu'da, dönemden kalan  bir kaç tarihi eser mevcut. Merkez'de görülecek şeyler esasında çok az. 1 saatte çarşı dahil merkezi gezebilirsiniz. Eskiden kilise olan ama günümüzde Kültür Merkezi olarak kullanılan Taşbaşı Kültür Merkezi, yine bu yapının bulunduğu yer, eski yerleşim Taşbaşı Mahallesi (buradaki evler ve sokaklar gerçekten çok güzel), Paşoğlu Konağı Etnografya Müzesi, Eski Pazar Cami ve Osman Paşa Şadırvanı görülecek yerler arasında.



Meşhur Ordu-Boztepe manzarasını da görmeden olmazdı. Boztepe için iki alternatif var. Biri teleferik, diğeri ise karayolu. Teleferik gibi basit ve ucuz bir ulaşım aracı varken karayolu ile Boztepeye çıkmak biraz akılsızca :)


Hatrı sayılır bir teleferik sırası sonrasında gidiş-dönüş toplam 5 TL'ye alacağınız bilet ile teleferik sırası bize geliyor. Aldığınız bileti atmayınız çünkü dönüşte yine aynı bileti kullanacaksınız. Yaklaşık 5 dk'lık bir yolculuk sonrası efsane manzaralara eşliğinde tepeye varıyoruz. Tepede ne var derseniz, manzara için seyir terasları, çay-kahve içeceğiniz, yemek yiyebileceğiniz restaurantlar bulunmakta. Biraz daha yukarılarda ise mesire alanları, piknik yerleri var. Farklı noktalardan fotoğraf çekerek, yorgunluk çayı-kahvesi içtik. Biraz etrafta dolaşarak dönüş yoluna koyulduk. Çünkü o gün de Yason burnunu ziyaret etmek istiyorduk.


Ne yediniz derseniz tabi ki Pide! Ordu'da bir çok noktada  pideci var. ''Meşhur Pideci'' en ünlüsü. Güzel bir pide ve ayranı kişi başı 10 TL'ye yedik. Bunun dışında Ordu'ya has yemekler de var. Bizim tercihimiz pideden yana oldu.


Bunun dışında gece bir Jazz Pub deneyimimiz oldu. Atlıhan Otelinin terasında Cumartesi akşamları canlı müzik varmış. Bir bakalım, neler çalıyorlarmış dedik. Yarım saat kadar izledik ve bize  yetti. Bildiğimiz pop parçalarını kötü bir vokalle Jazz olarak yorumlayan bir grup vardı sahnede. Otelin terası bara çevrilmiş bu arada kitle de genel olarak öğrenci idi.

Yason Burnu


Yason için hemen teleferiğin oralardan minibüs bulduk, Perşembe'ye gidiyordu. Yason'dan da geçiyormuş. 40 dk'lık bir yolculuk sonrası Yason'dayız. Saat olmuş 17.00. Dönüş minibüsünü de sordum son minibüs 1 saat sonra idi. Dedik artık ona yetişiriz. İşte kendi araban olmayınca böyle zorluklar var. Ben de Yason'da günü batırır, 9 gibi döneriz nasılsa minibüs vardır diyordum. İyi ki sormuşum :) Minibüs şoförü bize kartını verdi. Dönüş için mutlaka arayın sonra buradan dönmeniz çok zor olur dedi.




Yason Burnu Eski Ordu-Samsun Karayolu üzerinde Çaytepe sınırları içerisinde olan bir yarımada esasında. Burunun alt tarafında Jason's Church olarak bilinen  1868'de Rumlar ve Gürcüler tarafından inşa edilmiş bir kilise var. Şu an ziyarete açık ama içerisinde bir şey yok. Bir de tam burunda bir Deniz Feneri bulunuyor. Doğa Harikası bu yerde yaz aylarında denize de giriliyor.


Etrafında ufak baraka tarzından bir kafe bulunmakta. Çay-kahve içilebilir ,atıştırmalık bir şeyler yenilebilir. Onun dışında Yason'da hiç bir şey yapmadan saatlerce denize bakarak vakit geçirebilirsiniz. Keşke arabamız olaydı da bir gün batımı  burada izleseydik dedim içimden. Artık başka bir bahara kaldı bu hayalimde :)


Son olarak Ordu ili hakkında geniş bilgiyi; http://www.ordukulturturizm.gov.tr/ adresinden bulabilirsiniz.


Ünye

$
0
0
Ordu şehir merkezine geçerken bu güzel ve şirin mi şirin ilçeden, Ünye'den geçmiştik. Gözüme inanılmaz güzel göründü ve 2 gün merkezde kalacağımıza bir gün Ünye'de kalalım dedim arkadaşıma. O da kabul etti. İlk gün Merkez konaklamasından sonra 3. gün nasılsa Samsun'a döneceğimiz için geze geze gidelim dedik ve planı Ünye'de kalacak şekilde yaptık.


Ünye gerçekten güzel korunmuş, düzenli, şirin bir Ordu şehri. Sahili ayrı güzel, şehir merkezi ayrı. Özellikle Kadılar yokuşundaki Osmanlı'dan kalan güzel evlerin mimarisi ile keşfedilmeyi bekliyor. Samsun'a yaklaşık 1 saatlik bir uzaklıkta. Vaktiniz varsa kesinlikle gezmenizi 1-2 saat vakit geçirmenizi tavsiye ederim.


Ünye Kalesi
Biz Kaleye çıkmadık açıkçası.Nasılsa manzarayı Çakırtepe'den göreceğimiz için bir daha Kale'ye çıkmadık.




Çakırtepe

Nasıl Ordu Merkez'de Boztepe varsa, Ünye'de de manzaraya hakim konumda olan Çakırtepe var. Buraya yürüyerek çıkılacağı gibi, çarşıdan kalkan minibüslerle de ulaşmak mümkün. Yürürseniz sanırım yarım saati bulur çıkmak çünkü yokuş çıkacaksınız. Minibüs ile ise 10 dk. Burada büyükçe bir çay bahçesi var.Manzaraya karşı dilerseniz pide, Ordu'ya has yöresel yemekler yiyin veya güzel bir kahve için.

Kadılar Yokuşu



Hemen çarşıda, yukarıya doğru ufak bir yokuşta konumlanan Osmanlı'dan kalan ve çoğu ayakta olan güzel mimariye sahip konaklar var bu yokuşta. Osmanlı döneminde burada çok ünlü hakimler yetiştiği ve burada yaşadıkları için bu isim verilmiş. Hala ev olarak kullanılanlar olduğu gibi, kaderine terkedilen yapılar da oldukça fazla.


Hamamlar

Hemen Çarşı'da göreceksiniz. Gezmek isterseniz giriş ücretsiz. Karşısında da zaten Kent Müzesi bulunmakta. Bu ikisini ben gezmedim.

Anıt Ağaçlar

En büyüğü çarşının girişinde. Yıllara meydan okuyan bir çok Çınar Ağacı görmeniz mümkün.

Asarkaya Milli Parkı

İşte buraya çok gitmek istedim ama minibüs gibi toplu taşıma araçları olmadığı, takside bir hayli tutacağı için buraya gidemedik. Normalde minibüsler bir yere kadar götürüp, sonrasında sizin biraz yokuş tırmanmanız gerekiyormuş. Bizim vaktimiz olmadığı için bu planı erteledik. Olur da bir gün yolum oralara düşerse gitmek istiyorum.


Sahil

Çok düzenli ve güzel sahili var. Belediye tarafından yel değirmenleri görünümünde kulübeler yapılmış. Uygulanan peyzajı gerçekten çok beğendim.


Nerede kaldık derseniz, Ünye'de booking.com'dan bakarken bir Konak bulmuştum. Sebile Hanım Konağı adında eski bir konak restore edilerek butik otel konseptinde işletilmeye başlanmış Ordu'lu bir aile tarafından. Güzel hizmeti, güler yüzlü personeli ve sahipleri var.Bizimle de çok ilgilendiler sağolsunlar. Çok enfes bir kahvaltı yaparak Ünye'den güzel hatıralarla ayrıldık. Kişi başı gecelik 70 TL verdik biz, Kahvaltı dahil.



Ve Ordu maceramız kısa ama keyifli şekilde sonlanmış oldu. İnsanları çok yardım sever, misafirperver. Sonrasında Samsun'a geçerek bir kaç saat geçirip, uçağın yolunu tuttuk. Sadece Samsun merkezi gezdiğim ve pek beğenmediğim için pek yazı yazasım yok :) Samsun Sahilinden bir kaç fotoğraf ile yazıyı bitireyim.



Not: Karadeniz bence Trabzon'dan başlıyor yahu :) Giresun ve Gümüşhane'yi henüz görmedim ama her anlamda  Karadeniz'de olduğumu Samsun ve Ordu'da hissedemedim.

Şirince

$
0
0
İzmir'e hemen hemen her sene  gitmeye çalışıyorum. O kadar görülecek yeri var ki ilk gidişimde her yerini bir seferde bitiremeyeceğim için böyle kendimce yıllara böldüm.


İlk gidişimde Bostanlı-Alsancak taraflarını gezmiştim.
İkinci gidişimde Alaçatı, Urla, Çeşme ve az biraz Alsancak taraflarını gezdim. (Sezonunda değil)
Mayıs ayında 1 mayıs tatilini fırsat bilip yine arkadaşımın yanına gittim. Eski Foça, Efes, Şirince ve Bostanlı taraflarındaydım bu defa.

Şirince ile bu gemizi anlatmaya başlayayım.




Bostanlı'da kaldığım için buyuk otogara gidip, Selçuk arabalarına binmem gerekiyordu. Biraz maceralı bir yolculuktan sonra nihayet 2,5 saatlik bir yolculukla otogara geldim :) ben cok yanlis bir yonden geldigim icin bu kadar surdu.  Neyse ki şansliyim hemen 5 dk. içerisinde kalkacak bir Selçuk minibüsü vardı. Turist kafilesini alan bir rehber abla tüm minibüsü doldurduğu için araba hemen kalktı. 2 saatlik bir yolculuk sonrasında Selçuk'taydım. 10 TL karşılığında Selçuk'a gidiliyor bu arada.

Selçuk otogarı oldukça ufak bir otogar. Şirince veya Efes'e buradan minibüsler kalkıyor. Tabi işleyiş ''dolunca kalkacak abla''şeklinde olduğu için bir 30 dk bekledim. Nihayet 5-6 kişi oldu ve Efes'e doğru hareket ettik.

Efes'e 10 dk'da ulaşmak mümkün. Yanlış hatırlamıyorsam minibüs ücreti de 5 tl civarı idi. Girişte sizi bırakıyorlar ve yine aynı yerden dönüş minibüsleri kalkıyor.

Efes yazısını daha sonra yazacağım.

Eğer önce Efes'e gittiyseniz tekrar otogara gelip Şirince arabalarına binmeniz gerekiyor. Ben biraz şanslıydım. Şöyle ilginç bir olay oldu. Efes'te gezerken yöneticimle karşılaştığım için Efes sonrası geziye kendisi ve ailesi ile devam ettim. O yüzden Şirince'ye de onların aracı ile gitmiş oldum :) Selçuk Otogar-Şirince arası da yaklaşık 40 dk sürüyor. Biraz dik ve dar yolları var. Oldukça tepede bir yerde konumlanmış bu eski Rum Köyü.



Şirince'nin biraz tarihçesine değinirsek; 19.yy'da Rum yerleşkesi olan, 1923'te Türkiye-Yunanistan arasında yapılan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılması ile Yunanistan'dan gelen mübadillerle iskan edilmiştir. Bölgede bağcılık, incir ve zeytinciliğin  yanı sıra şeftali, elma, ceviz, kiraz gibi meyvelerin yetişmesi için de oldukça  elverişli bir bölgedir.


Köy içerisinde şu an 2 adet kullanılmayan Kilise, zamanında Okul olarak kullanılan fakat şu an Restaurant + Müze olarak hizmet veren Taş Mektep, bir kaç adet şarap üreticisi, sayısız hediyelik eşya satan mağaza ve çeşit çeşit meyvelerden yapılan şarapları sunan şarap dükkanları mevcut.



Geçtiğimiz senelerde Maya Takvimine göre 2012 yılında kopacak kıyamette en güvenli bölge olduğu iddiası ile epey popüler olan bu eski Rum köyü, tahmin ettiğiniz üzere 2 yıldır turizm açısından oldukça verimli günlerini yaşıyor. Yerli ve yabancı turist ilgisi karşılıksız kalmamış ve bölgedeki eski evlerin çoğu pansiyon olmak üzere şu an restorasyon aşamasında. Yukarılara doğru çıktıkça bir kaç güzel işletme de görebilirsiniz.

Köyün geçmişine yönelik sergilenen fotoğrafları Köy girişindeki Taş Mektep'te görebilirsiniz. Üstelik ücretsiz.



Köyde yaşayan oldukça az hane var.Onlarda geçimlerini el emeği göz nuru yaptıkları biblolardan, örgülerden, dantellerden, el yapımı bebeklerden, reçellerden kazanmaya çalışıyorlar Şirince deyince İnsanın aklına gelen ilk şey Meyve aromalı şarapları. Ben Şarap sevmediğim için tatmadım. Köyden Şarap alabilirsiniz. Hediyelik anlamında özel bir şeyi yok. İstanbul'da bir çok çarşı-pazarda bulabileceğiniz şeyler var.



Şirince için 1-2 saatinizi ayırmanız yeterli. Günübirlik bir gezi için bence ideal.  Ha kafa dinlemek için şöyle güzel bir yerde kalayım diyorsanız, yine de tercih edilebilir bir yer. Ama açıkçası bana çok fazla abartılmış, daha fazla turist çekmek adına iyi pazarlanmış bir yer olarak geldi. Köy olmaktan artık çıkmış. Biz orada iken bir bankanın ATM'si yerleştiriliyordu köye :)



Efes Antik Kenti

$
0
0
Efes Harabelerine yıllardır gitmek istiyordum ama bir türlü fırsat olmuyordu. 1 mayıs tatilini fırsat bilerek İzmir'e gidecekken Efes'i de göreyim, artık bu hasret bitsin dedim.

Efes, İzmir'in Selçuk ilçesinde yer alıyor. Selçuk'a gidişimi şurada anlatmıştım. Selçuk otogarından Efes'e 10 dk'da ulaşabilirsiniz.



Efes giriş ücretleri biraz pahalı. Müze kartınız var ise kartınızla girebilirsiniz. Eğer yoksa tam bilet 30 TL, öğrenci ise 15 TL. İçeride de ayrı ücretlendirilen bir kaç müze var. Onları ben gezmedim. Yamaç Evler 15 TL, Efes müzesi 10 TL idi hatırladığım kadarı ile.


Dilerseniz farklı dillerde hizmet veren, gezerken size rehberlik edecek sesli rehberlerden satın alabilirsiniz. Benim önceden edindiğim bir ufak rehber kitapçık eşliğinde okuyarak gezdim Efes'i.


Efes'in tarihçesine biraz değinelim. Efes Antik Kentinin tarihçesi M.Ö. 6000 yıllarına yani Neolitik dönem olarak söylenen fakat bizim Cilalı Taş Devri olarak bildiğimiz döneme kadar uzanıyor. Çevresinde yapılan kazı çalışmalarında ise farklı medeniyetlerin burada yaşadığını kanıtlayan eserler hala bulunmaktadır.


Hitit dönemindeki adı Apasas olan Efes, M.Ö. 1050 yıllarında bölgeye Yunanistan'dan gelen kolonilerin yerleşmesi nedeniyle M.Ö. 560 yıllarında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Günümüzdeki Efes, Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli yıllarını yaşamış olan Efes, 1330 yılında Türkler tarafından alınan, 16. yy itibari ile küçülmeye başlayan ve son olarak Cumhuriyet Döneminde Selçuk adını almış olan ve günümüze kadar ulaşmış turistik bir yerdir.



Efes'in zamanında önemli bir liman kenti olması nedeni ile jeopolitik önemini güçlendirmiş, döneminin en iyi ticaret merkezlerinden biri olmuştur.


Efes'i hakkı ile gezmek için 3-4 saat arası bir zaman ayırmanızda fayda var. Çünkü tarih boyunca yer değiştiren bir kent olduğu için 8 km'lik geniş bir alana yayılmış durumda. Ayasuluk Tepesi, Artemision, Efes ve Selçuk olarak dört ana  bölgede toplanmış durumda. Tümüyle mermerden yapılmış ilk kent olan Efes'te önemli eserler şunlardır;


Artemis Tapınağı (günümüzde maalesef sadece kolonları kalmıştır)
Celsus  Kütüphanesi
Meryem Ana Evi
Yedi Uyurlar (Bu Ören yeri çevresinde fakat girişi farklı)
İsa Bey Cami
Sayısız tapınak, bazilika, dönemin saray kalıntıları, antik tiyatrolar, çeşmeler

Yedi Uyurlar Efes Antik Kenti dahilinde fakat giriş yeri farklı. Zaten araba ile giderken hemen solunuzda göreceksiniz. Arabanız yoksa da yirmi dakikalık bir yürüyüş ile buraya ulaşmanız mümkün. Zaten Kapalı bir girişi olduğu için gezilecek bir yeri yok.Sadece girişten bakabiliyorsunuz. Efsaneye göre Roma İmparatorluğu sırasında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hristiyan gencin sığındıkları düşünülen mağara burası. Ayrıca önemli bir not Dünya üzerinde bu mağaranın kendi sınırları içerisinde olduğunu iddia eden 33 farklı kent varmış fakat Hristiyan Kaynaklarının çoğuna göre kutsal sayılan yer Efes'tir. Bizim ülkemizde oldukça iyi bilinen bir diğer yedi uyurlar mağarası Tarsus'ta bulunmakta.



Meryem Ana'ya ben gitmedim. Biraz uzakta kalıyor Efes Harabelerine göre. Yalnızca taksi ile gidilebiliyormuş.



Celsus Kütüphanesi en etkilendiğim yapılardan biri oldu. Roma Döneminde yapılan hem kütüphane hem de mezar anıt olarak görevini sürdüren yapıt, 1970-80 yılları arasında yapılan restorasyon çalışmaları sonucu günümüze kadar gelmiş.



Gittiğim gün Mayıs ayı olmasına karşın inanılmaz sıcak bir gündü.Yaz sıcağında İzmir'e gidilmez hele ki böyle açık alan olan bir yer asla gezilmez biliyordum ama şansızlığıma yaz erken gelmişti İzmir'e :( Neyse üzerimde bir yağmurluk vardı.Onun da şapkasını geçirip kafama öyle gezdim. Yoğun bir turist günü idi ayrıca. Özellikle otobüs otobüs Uzakdoğu'dan gelen İnsanlar oldukça fazlaydı.



Velhasıl görülmesi gereken bir yerin daha üzerini çizmenin haklı gururunu yaşadım. Gerçekten Efes'in büyüleyici bir havası var.Antik Tiyatro'da ise zaman zaman güzel konser etkinlikleri düzenlenmekte.Esasında yaz aylarında takip edip, bir tanesine gitmek lazım.

Dip Not: Yaz aylarında Efes'e giderek kendinize bu işkenceyi yapmayın!

Yeryüzündeki Cennet, Gorgit Yaylası

$
0
0

Her dağın, her yaylanın, her derenin, her gölün, her çiçeğin, her ormanın görüntüsü, duruşu, haşmeti, yarattığı atmosfer bulunduğu coğrafya itibari ile çok farklı. Bu yüzden özellikle Türkiye'deki tüm dağları, yaylaları vb. bilumum doğa harikasını görmek istiyorum her sene. Yaz aylarında bir çoğunuz deniz tatili hayali kurarken, benim hayalim hep yükseklerde, serin coğrafyalarda, az insanın bulunduğu bölgelerde olmak üzerine. Doğa ile bütünleşerek kafamdaki her şeyi bir kenara bırakmak istiyorum. Ne telefon, ne dedikodu, ne gündem, ne iş, ne başka bir şey. Sadece hiç bir şey yapmadan öylece oturup, manzaranın tadını çıkarmak istiyorum.



Son üç yıldır yaz tatilimi Karadeniz'in dağlarında, yaylalarında geçiriyorum. Ve önümüzdeki yıllarda da bu böyle devam edecek... O kadar farklı dağlar ve yaylalar var ki, gezdikçe insanın gezesi geliyor. Yaşadığın yeri, yaşam şeklini sorgulamaya başlıyorsun o haşmetli dağlara, gökyüzünde dans eden bulutlara bakarak...



 Bu bayram tatilinde Artvin'deydim. Programımız bir hayli yoğundu ve o  kadar güzel yerler gezdim ki Türkiye'ye tekrar ve tekrar hayran kaldım. İlk olarak hemen yazıya dökmek ve fotoğraflarla anlatmak istediğim büyülü yer Gorgit Yaylası... Artvin adına çok yazı ve fotoğraf gelecek ama :=)



Gorgit Yaylası, Artvin'in Macahel bölgesinde bulunan, 1700 metre civarlarında seyreden ve kesinlikle bu Dünya'ya ait olmayan ara bir yayla. Ara diyorum çünkü asıl yerli halkın Mayıs-Eylül arasında kaldığı yaylalar daha yükseklerde. Bu yaylayı sadece çıkarken ve inerken 10-15 günlüğüne kullanıyorlarmış. Macahel'de bu yayla için başlangıç olan bir yer var. Biz Efeler Köyünde kaldığımız için bu başlangıç noktasına kadar araçla gittik. Yaklaşık 30 dklık bir minibüs ve çok kısa da olsa bir arazi aracı ile çıkışımız sonrası bu patikanın başladığı yerdeyiz.


Yaylaya araba yolu yok. Tek yol sıkı bir yürüyüş ile çıkmak. Çıkmak dediğim ise esasında tırmanmak :) Biz 17 kişilik bir grup olduğumuz için herkesin temposu aynı değildi. Bu yüzden dinlene dinlene çıktık yaylaya. Nefes almak, su içmek, fotoğraf çekmek için bol bol durduk bu yüzden çıkışımız 4 saat sürdü. Sıkı bir yürüyüşçüyseniz,'' benim için dağ bayır çıkmak ne ki?'' diyorsanız sanırım 1,5-2 saat arası bir yürüyüş ile yaylaya ulaşmanız mümkün. Rehbere sorduk onlar sürekli inip, çıktığı için 2 saatte tamamlıyorlarmış yürüyüşü.
Bu arada bu yürüyüş rotası için yanınızda rehber olması şart! Zira patika yollar zaman zaman 2'ye,3'e ,4 'e bölünebiliyor. ''Nereden gideceğim ben ya?'' sorusunu kendinize sık sık sorabilirsiniz, bir de gelip giden hatta zaman zaman çöken sis nedeni ile de yolunuzu kaybedebilirsiniz.

Civarda yerleşim yeri olmayınca bir yere sığınmanız da zor. O yüzden Yayla'da bulunan Gorgit Pansiyon'un sahibi aileye ulaşarak size rehber olmasını isteyebilirsiniz. Ya da Karadeniz'de tur yapan bilindik firmaları arayarak yürüyüşlerine katılabilirsiniz. Günübirlik konukları kabul ediyorlar mı hiç bir fikrim yok esasında. Ama bence buraya bu kadar meşakkatli şekilde ulaşılmışken mutlaka 1 gece de olsa kalınmalı. Turist gibi değil de ''oralı'' gibi hissetmek için yaylalarda zaman geçirilmeli, bulutların her saniye olan değişimi izlenmeli, hissedilmeli. O soğuk, sıcak yaz günlerinde yenmeli :)

Sürekli yokuş çıkar gibi  kah çamurlara bata çıka, kah taşlı derelerden geçe geçe, kah ağaç kütüklerinden yapılmış kaygan merdivenlerden dikkatli geçe geçe inanılmaz manzaralar eşliğinde 4 saat boyunca yürüdük. İsyan edenler oldu, ''daha ne kadar yolumuz kaldı??''şeklinde hepimiz hayıflandık. Sürekli rehberimize ''Yolun kaçta kaçı bitti şimdi, abi?'' diye baya bir darladık kendisini ama nihayet kocaman bir tepeyi aşınca muhteşem Gorgit Yaylası göründü ve hepimiz ''çok şükür'' dedik.


Gorgit Yaylası yukarıda da bahsettiğim gibi bir ara yayla. Bu yüzden yaylada yaşayan yok. Bizle birlikte çıkan ve bizden 1 saat kadar önce varan yürüyüş grubunu gördük pansiyon önünde, çaylarını içtikten sonra onlar da dönüş yoluna geçince yayla bize kaldı.

Bizi yaylaya çıkaran ve indiren Cemal ve Katırımız :)


Asıl rehberimiz, pansiyonun sahibi Altan Abi.


Eşyalarımızı katırdan aldıktan sonra odalarımıza yerleştik. Daha  sonra manzara eşliğinde çaylarımızı yudumlayıp yorgunluğumuzu biraz giderelim dedik. Yaylaya çıktığımızda hava kapalıydı. Ama yayla havası işte güven olmaz. Bir kaç saat sonra öyle bir açtı ki hemen tepelere konuşlanıp fotoğraflamaya başladık yaylayı bir kaç hevesli fotoğrafçı arkadaş ile. Güzel bir tepeye çıkınca yaylayı izlemek, hava değişimlerini fotoğraflamak mümkün. Yaylada toplasanız 10 hane anca var. Hepsi de ahşap, ağaç kütüklerinden yapılmış, birbirine benzeyen ve çoğu bakımsız. Bazılarının içine girdim merak ederek. Çoğu kullanılmadığı için oldukça harap haldeydi.




Gün batımına doğru hava o kadar güzel oldu ki masal diyarlarındaymışım gibi hissettim kendimi. Katırın biraz hareketlenmesi ile de güzel fotoğraflar çekmeye devam ettik. Bir süre sonra bu kadar fotoğraf yeter diyerek bir kayanın üzerinde oturdum ve sadece bize ait olan yaylanın o anlarının tadını çıkardım.



Kaldığımız pansiyon yayla şartlarına göre oldukça iyiydi. Pansiyon dediysem Karadeniz'i az çok gezen bilir. Karadeniz'de lüks şeyler beklemeyin. Bir aile tarafından işletilen yayla evi görünümde bir yer burası. Kalmalı olarak geleceğinizi haber vermeniz gerekiyor sürekli açık olan bir yer değil çünkü. Misafir geldikçe onlar da hazırlıklarını yaparak buraya çıkıyor. Örneğin yemek malzemelerini, temiz çarşafları vs. katırla birlikte çıkartıyorlar. Çok güzel bir verandası var. Burada muhteşem manzara eşliğinde yemeklerinizi yiyorsunuz. Bir adet oturma odası, 2 banyo ve tuvaleti, 4-5 adet de bol ranzalı, yataklı odaları mevcut. Oturma odasında soba yakılıyor ama odalarda soba yok. O yüzden yayla şartlarını da göz önünde bulundurarak kalın giysiler getirmenizi, yatarken de yorgan+battaniye istemenizi tavsiye ederim. Ben oldukça üşüdüğüm için pek deliksiz uyuyamadım gece. Bu arada ek olarak bu yaylada elektrik yok, su ise kısıtlı. Zaten elektriğe de gerek yok. İnsanlarla bol sohbet ederek, şanslıysanız yıldızları görerek, bizim gibi samanyolunu izleyerek geceyi geçirmeniz mümkün. Ya da gaz lambası eşliğinde sıcak oturma odasında kitabınızı da okuyabilirsiniz.



Bu arada yaylada dağlardan inen koca kaya kütlelerini, yıldırımın düştüğü ve yardığı koca ağaçları görebilirsiniz. Ha bir de gece yürüyüş halinde bulunmayın zaten yol olmadığı için sıkıntıya düşersiniz ve tabi ki etrafta olan Ayı ve yaban domuzları size her an eşlik edebilir :) İşte o kadar bakir ve vahşi bir bölge Artvin :)
Ertesi gün güzel ve güneşli bir güne uyanarak güzel bir kahvaltı yaptık ve dönüş yolu için hazırlanmaya başladık. Aramızda ''yahu biz nasıl çıktık buraya ya, süperiz, deliyiz''şeklinde birbirimize gazlar verdik. Dönüş yolu bence daha kolaydı. Çünkü hep aşağıya doğru yürüyecektik. Tabi dikkatli olmak lazım. İnerken yokuş aşağıya doğru ineceğiniz için dikkatli olmak lazım kaymamak ve düşmemek adına. Keza 2-2,5 saat gibi bir sürede bir önceki gün başladığımız yere kazasız, belasız ama bol çamurlu olarak döndük. Geriye dönüp baktığımda iyi ki yapmışım diyorum.

Fotoğraf için Melih'e teşekkürler.



Daha ne anlatayım ki fotoğraflara bakarak heyecanıma ortak olabilirsiniz:) Şu an gördüğüm yaylalar içerisinde 3. sırada yerini aldı Gorgit. (İlki Pokut-Rize, ikincisi ise Gito-Rize'dir benim için) Ayrıca bu güzelliği çok fazla insan henüz görmediği için kendimi de ayrıcalıklı hissediyorum :)





Güzel yerler keşfetmeye devam...

Uzungöl

$
0
0
Yıllardır Karadeniz'e gidiyorum ama Uzungöl'ü ilk defa gördüm, biliyor musunuz?

Nedense her gitmek istediğimiz zaman bir şeyler çıktı, zamanım olmadı. Bir kere Kış ayıydı. ''Gitseniz de aynı gün dönemezsiniz, yolda kalırsınız.'' dediler cesaret edemedik. Kısmet bu seferki Karadeniz gezisine imiş.



Klasik fotoğraflarını biliriz çevreden. Özellikle eski ve yeni halini fotoğraflarda karşılaştırınca muazzam bir turizm tecavüzü olduğunu fark edeceksiniz. Yıllar önce buraya gelen arkadaşlar ufak bir köy olduğunu ve bir adet derme çatma pansiyon olduğunu söylemişlerdi. Şu an ise elini salladığın zaman bir otele, pansiyona veya turistik bir restauranta çarpıyor. Ha bir de Arap turistlere tabi.



Uzungöl hakkında çok bir şey anlatmayacağım ama fotoğraflardan da anladığınız üzere biz turizmi beceremiyoruz. Tabi ki elimizdeki kaynakları kullanarak paraya dönüştüreceğiz, yerli ve yabancı turistin gelmesini sağlayacağız ama o yerin doğal güzelliğini bozarak değil. Şu an ki fotoğraflarda sanki göl yapay bir göl ve sonradan bu yerleşim yerine yapılmış gibi duruyor. Ayder bir, burası iki turizm adına katledilen yerler olmuş maalesef Karadeniz'de.



Uzungöl, Çaykara'ya bağlı. Trabzon'dan 2 saate yakın güzel bir yoldan geliyorsunuz. E turizme açılmış o kadar yol tabi ki olacak!



Biz gezdiğimizde hava oldukça kapalıydı. Yoğun sis ve çise şeklinde yağmur altında idi Uzungöl. Bir kaç güzel kare çıktı. Ha ne yapabilirsiniz buraya geldiğinizde onu da söyleyeyim. Gölün etrafında yürüyebilir, bisiklet kiralayarak da göl etrafında gezebilir veya yine göl etrafında bulunan restaurantlarda yemek yiyebilirsiniz. Uzungöl manzarasını ise tepelerden fotoğraflayabilirsiniz.


Arapların yoğun ilgisi, yatırımları bu bölgede olduğundan Arap turist de oldukça fazla Karadeniz'de. Geçen sene Ayder'de, bu sene de Uzungöl'de epey gördüm kendilerini. Ne diyeyim, gezsinler, yaşasınlar tabi ama doğayı katlederek ve bunlara izin verilerek olmamalı.



Tarihi Kiremitli Köprü, Uzungöl'e giderken yol üzerinde.




Borçka'daki günlerimiz

$
0
0
Artvin gezimizin ikinci gününde duraklarımız Borçka Karagöl, Efeler ve Camili Köyü. Konaklamamız Efeler Köyünde olacağı için en son buraya ulaştık.

Efeler Köyüne giriş


Borçka Karagöl


Yıllardır fotoğraflarından gördüğüm deyim yerindeyse Cennet gibi olan yer için sabah erkenden Hopa'dan ayrıldık ve mükemmel yollar, manzaralar eşliğinde 3 saatlik bir kara yolculuğu sonrası Borçka'ya vardık. Karagöl'ün yolu ise toprak yol. Yaklaşık 45 dk toprak yoldan sarsıntılı bir şekilde giderek Milli Park girişindeyiz.

Sabah saatlerinde ulaştığımız için henüz fazla İnsan yoktu. Manzarayı doya doya yaşayarak fotoğraf çektik. Gölde normalde meşhur bir kayık vardır hep fotoğraflardan gördüğüm. Kayığı görünce görevliye sorduk ama yakın zamanda battığını söyledi. O yüzden fotoğraflarımız kayıksız oldu :(



Göl etrafını 1 saatte dolaşmak mümkün. Ama yol yok söyleyeyim. Toprak yol olduğu ve bir gün önce yağmur yağdığı için her yer ıslak. Dolayısıyla her yer çamurdu biz yürürken. Bisikletleri ile turlayan bir çift vardı Karagöl'de kamp kurmuşlar. Biz geldiğimizde göle karşı yatıyorlardı. Gölün 2 adet düz bölgesi var. Burada kamp kurmak mümkün. Güzel manzara eşliğinde doyasıya fotoğraf çekerek 1,5 saatlik bir sürede Borçka Karagöl'ü çamurlara bata çıka bitirmiş olduk. Bir sonraki durağımız Camili Köyü.






Camili Köyü




Camili Köyü Batum sınırında bulunan çok ufak bir köy. Gürcüce ismi Hertvisi. Bu ismi ile de anılıyor. Borçka Merkeze 50 km uzaklıkta bir yer. Macahel Vadisindeki köylerden biri. Macahel nedir derseniz, Artvin'in ve Gürcistan'ın Acara Özerk bölgesine doğru yayılan vadinin  adı. Sınırlar çizildikten sonra 6 köy Türkiye'de, 15'e yakın köy Gürcistan tarafında kalmış.Macahel/Maçahel/Macaheli olarak telaffuz ediliyor. Camili bölgesi olarak söyleyen de var. Türkiye'deki Macahel bölgesini oluşturan Köyler ise Camili, Düzenli, Maral, Efeler, Kayalar, Uğurköy. Biz bu gezimizde sadece Efeler, Maral ve Camili'yi gezebildik.




Camili'ye ulaşım asfalt yoldan sağlanmakta. Son 1-2 yıldır yolların geneli asfalt. O yüzden pek sıkıntı çekilmiyormuş ulaşımda. Ama köylerin çoğunda yol hala toprak. Köy oldukça ufak ve nüfus ise oldukça az. Köyde Osmanlı döneminden kalan Camili Köyü Camisi var. Muhteşem ahşap oy işlemeleri olan bu camiyi gezip, fotoğrafladıktan sonra etrafta biraz gezindik. Bu arada bu tarz camiler çevre köylerde bulunmakta. Biz sadece Camili'dekini gezdik.



Sınır kapısının bulunduğu yerde askerlerle muhabbet ettik. Hemen karşısı Gürcü Köyleri idi :)



Camili'de bir konuk evi var. Burası biz gittiğimizde çok aktif olmasa da çay içmek için güzel bir alternatifti ve biz de şansımızı deneyerek çay demlettirdik. Tur firmaları ile anlaşmalı bir yer ara ara gruplar gelip, kalıyor. Tabi bireysel olarak da iletişime geçebilirsiniz. Bu köye minibüs ile ulaşmak mümkün. Bir de köyde ''Bombacı Serkan'' lakaplı bir eleman var. Bakkal işletiyor hemen yanında ise çok güzel tost hazırlıyor. Malzeme bol ve oldukça uygın fiyata yapıyor. Ben yemedim ama yiyen arkadaşlar harika olduğunu söyledi. Ayrıca bu bakkallarda oldukça çeşitli şeyler satılmakta. Hemen hemen tüm ihtiyaçları bulabilirsiniz.


Bu teyze benim rahmetli Anneanneme benzediği için bir tuhaf oldum. Onla birlikte ortaokul yıllarımda bir kaç yaz fındık toplamaya köye giderdim. Ey gidi günler...


Camili sonrası kalacağımız yere Efeler'e doğru hareket ettik. Önümüzde 1 saatlik bir toprak yol macerası vardı. Derelerin yanından, ahşap köprüleri göre göre, fotoğraf çeke çeke gittik.





Artvin köyleri çok ÇILGIN! Coğrafya dağlık ve yüksek olduğu için köy dediğime bakmayın evler hep yamaçlarda ve birbirinden olukça uzak. Efeler'de pansiyon olarak bir kaç işletme var. Biz Bumbulay'da kaldık. Bumbulay (http://www.bumbulay.com/), ahşap evlerden oluşan çok güzel manzarası olan ve güzel İnsanlar tarafından işletilen bir pansiyon. Odalar 2/3/4 kişilik olarak değişmekte. Güzel ve gerçekten çok temiz bir yer. Her ahşap ev içerisinde banyo ve tuvalet mevcut. Bir ihtiyacınız olduğunda ise işletme sahipleri hemen ilgileniyorlar. Kahvaltılar ve akşam yemekleri de çok güzeldi.




Velhasıl Efeler'de 2 gece kalarak, manzarayı doya doya yaşayarak günlerimizi geçirdik.







Budapeşte

$
0
0
Aklımda hiç böyle bir gezi yokken bir anda beliren kampanyalar, arkadaşların verdiği tavsiyeler, yakın zamanda giden bir arkadaşımın Budapeşte'yi anlatması, hah bir de elbet bir gün giderim diye aldığım ve kütüphanemde bekleyen ''On adımda Budapeşte'' Kitabı. İşte bunlar sebep oldu ve Budapeşte gezisi yapıverdim geçtigimiz haftalarda. Nasıl? Tabi ki''Budapeşte'ye uçmaya başlıyoruz!'' mesajlı pegasustan gelen kampanya maili sayesinde oldu her şey.

Gezi Maliyetini şimdi yazayım sonra ne yaptım, ne ettim anlatmaya başlayayım.

Git-Gel Uçak bileti: 280 TL
Yurtdışı Çıkış Harç Pulu: 15 TL
Konaklama: 70 EUR (3 gece dahil, kahvaltı vs. yok)
İstanbul'dan getirdiğim Kahvaltılıklar: 50 TL (4 gün fazlası ile yetti)
Budapeşte iç ulaşım: Yani çok fazla kullanmadık ama tramvay, otobüs diyelim: 17 TL
Yeme&İçme&Diğer harcamalar:  350 TL (Gerçekten çok içtik :)) (Bunun içerisinde alınan bir kaç hediye de mevcut)

Konaklama:

Odalardan birinin içi

Öncelikle yakın zamanda Budapeşte'ye giden arkadaşımın tavsiyelerine uyarak notlarımı almıştım ve ilk iş biletten sonra  konaklamak için ucuz yollu bir şeyler bulmaktı. Her zamanki gibi hostelworld.com adresine girerek biraz bakındım. Aklımda da arkadaşımın tavsiyesi bir hostel vardı. Fiyatlarına baktım oldukca iyiydi. Zaten kendisi kalmış, deneyimlemiş. Bir daha hiç aramakla uğraşmayayım diyerek rezervasyonumu 2 ay önce hemen bileti aldıktan bir kaç hafta sonra yaptım. Kaldığımız hostel tek kelime ile müthişti.

Ortak kullanım olan oturma odası&mutfak

Lavender circus  linkinden fotograflara göz atabilirsiniz. Konumu merkezi, fiyatları ucuz, içerisi oldukça temiz ve çok güvenli, özel odaları olduğu gibi (suit apartment diyorlar) tam hostel ruhuna uygun odaları da mevcut. Hostel 140 kusur yıllık tarihi binaların birinde hizmet veriyor. Konsept bir hostel. Her yerde sanat eseri, duvarlara yapılmış çok guzel resimler ve her tarafa konmuş farkli objeler görebilirsiniz. Kısacasi bayıldık! Bu arada mutlaka geceliği 8-10 EUR'lara kalabileceğiniz hostellerde var. Tercih sizin :)

Bu da bizim kaldığımız oda. Üst katı asma kat ve yatak orada idi.


Budapeşte Hakkında kısa bilgiler:


Uçuş süresi: İstanbul'dan 1 saat 40 dk.
Bizden bir saat gerideler.
Vize gerekiyor. Shengen ülkesi kapsamında.
Para birimi: Forint veya HUF olarak da biliniyor. 1 EUR=310 HUF ortalama olarak. TL ile ise hemen hemen eşit. Ama siz kabaca her şeyi 300'e bölebilirsiniz EUR karşılığını bulmak istiyorsanız. Henüz EUR'a geçilmemiş ülkede. Bu iyi bir şey. Her şeyi 3 ile çarpmak zorunda kalmadığınız için paranız da cebeniz de kalıyor. Çünkü şehir çok ucuz!
Döviz havalimanında veya garlarda sakın bozdurmayın. Havalimanında sadece 5 EUR gibi ufak bir miktar bozdurun. O da merkeze gitmeniz için otobüs-metro paranızı karşılasın. Şehirde EUR geçmiyor çünkü. Kalan paranızı çarşıda bir kaç döviz bürosu gezerek, kurlara bakarak bozdurabilirsiniz. Sıfır Komisyon tabelalarına aldanmayın. Kurları düşük oluyor. Misal havalimanında komisyon yok yazmasına rağmen 1 eur için 285 HUF verdi bana :)
Yeme&İçme: İçki çok ucuz. Yemek ortalama. Her bütçeye göre ve her damak tadına göre bir şeyler bulabilmek mümkün. Macar yemekleri bizim yemeklere benziyor ama ben açıkçası hiç tatmadım.

Havalimanından Merkeze ulaşım

Havalimanından çıktınız. Sola dönünüz. Hemen ufak bir otobüs durağı göreceksiniz. 200E numaralı otobüse bininiz. (10-15 dk'da bir kalkıyor.)  Otobüse binerken 450 HUF karşılığında biletinizi şöförden alabilirsiniz. 20-25 dk kadar süren yolculuk sonrası 3 numaralı metro hattına aktarma yapacağınız durakta inmeniz gerekiyor. Zaten bir çok bavullu vatandaş burada iniyor. Panik yapmayınız :)
Bu metro İstasyonun adı Kobanya-Kispest.Zaten hattın başladığı durak. Buradan merdivenlerden yukarı çıkıp daha sonra soldan devam edip tekrar aşağıya inerek metroya binebilirsiniz. Metro hatları baya eski. Şimdi şöyle bir bilet olayı söyleyeyim. Bunu da ben sonradan öğrendim. Normalde şoförden aldığınızda bileti içeride direklerde bu biletleri okuttuğunuz bir sistem var. Bu da bilete bir delik açıyor. Bunu yapmazsanız o bileti metroda falan kullanabilirsiniz :) Bu arada metronun ana durağı olduğu için bilet kontrolü var. Metroya bilet alarak veya okutmadığınız bileti göstererek binebilirsiniz. Ama ara duraklardan binenler hiç bir şekilde bilet almıyor/göstermiyor. Bu da başka ilginç bir durum. 3 gün boyunca 2 defa metro hattını kullandık. Bir defa da otobüs kullandık. Kimse bilet almıyor, göstermiyordu şehirde :)

Metro ile biz kalacağımız hostele geçtik. Zaten hostel çok güzel bir tarif vermişti havalimanı itibari ile. Elimizle koymuş gibi bulduk hosteli. Asıl merkez sanırım Deak Ferenc Ter durağı. Biz Kalvin Ter'de indik, National Museum çıkışı buradaydı mesela.

Hostel bölümünü atlıyorum zaten bayıldık :) Ama yağmurlu bir günde karşılamıştı bizi Budapeşte. O yüzden ilk gün verimli gezemedik. Yağmurun dinmesini bekledik, hadi çıkalım dedik bu sefer yağmur bastırdı tekrar. Islana ıslana yürüdük. En azından kabaca ilk yarım gün bir çok yere yürüme giderek şehri az çok çözmüş olduk. Bizim kaldığımız hostel Liberty köprüsüne oldukça yakın olduğu için avantajlıydık.


Budapeşte Macaristan'ın Başkenti. Yıllarca bizim tarih kitaplarından bildiğimiz üzere Kanuni Sultan Süleyman'ın 1526 yılında fethi ile 160 yıl kadar Osmanlı'nın hüküm sürdüğü yer. Dile kolay 160 yıl! Evliya Çelebi'nin seyahatnamesine göre zamanında  cami, mescit, medrese, mektep, türbe, hamam vs. oldukça varken günümüzde Gül baba türbesi dışında o döneme ait hiç bir iz bulunmamaktadır.
Kısaca Budapeşte'de neler var neler yok bahsedeyim.

Budapeştede Gezilecek Yerler

Şöyle bir şehir düşünün. Ortadan nehir geçiyor. İki tarafı birbirine bağlayan köprüler mevcut. Budapeşte'de 8 adet köprü mevcut iki yakayı birbirine bağlayan.Şehrin bir yakası Buda, diğer yakası ise Peşte olarak biliniyor. Buda tarafında görülecek yerler az fakat zaman alıcı. Peşte tarafında ise çarşılar, pazarlar, alışveriş merkezleri, kafeler, kiliseler vs. var. Yani yaşam esasında Peşte tarafında. Buda tarafı daha çok sayfiye yeri, kafa dinlenecek semtlerin olduğu, daha bol yeşillikli ve tabi ki tarihi bölge. Peşte'ye göre ise epey dağlık.

Buda;

Burası Peşte bölümünde, Buda'ya geçmeden önce bulunan Kapalı Pazar


Kendinize köprüleri referans alarak gezmeye başlayabilirsiniz. Yeşil renkli Liberty Köprü itibari ile Gellert Tepesini göreceksiniz. Hemen solda Gellert Hotel kalıyor. Bu otele giren çıkan o kadar fazla İnsan vardı ki merak edip bir bakalım dedik. Meğersem Budapeşte'nin en ünlü kaplıcalarından biriymiş. Bu arada Budapeşte Kaplıcaları ile oldukça meşhur. İçeriyi gezdik biraz. Gerçekten bina çok güzel, içerisi ise sanat galerisi gibiydi. Kaplıcalar için farklı paketler mevcut. Sıcak havuz, masaj, spa ihtiyacınız varsa tercih edebileceğiniz bir tesis. Günlük burada takılan İnsan sayısı oldukça fazla. Turistler tarafından çok tercih ediliyor.


Hemen otelin karşısında Gellert Tepesine doğru mağara kilise var. Tepeye ise güzel bir parkın içinden geçerek çıkıyorsunuz. Şu an tepede barışı simgeleyen bir kadın heykeli mevcut. Buradan Budapeşte manzarasını görebilirsiniz.



Tekrar aşağıya inerek yol boyunca yürüdüğünüzde ikinci durak Citadella. Zaten bir çok yerde turistik bölgelere doğru yönlendirme tabelalarını göreceksiniz. Burası çok güzel bir orman. Budapeşte'de şehrin ortasındaki bu doğal ortamlara hayran olmamak elde değil. Ya da hiç aşağıya inmenize gerek yok. Gellert tepesine çıktığınızda aynı doğrultuda ilerlediğinizde Citadella'ya ulaşacaksınız.



Sonraki durak Beyaz renkli Megyeri köprüsünün olduğu bölgede bulunan Kale bölgesi. Buraya yürüyerek çıkılacağı gibi (oldukça dik ve meşakkatli bir yol sizi bekliyor.) teleferik ile 5 dk içerisinde çıkmakta mümkün. Teleferik sırası oldukça yoğun oluyor özellikle hafta sonları. Gidiş-dönüş bileti ise 1700 HUF (6 EUR). Teleferik ile çıktıktan sonra oldukça büyük bir bölge ile karşılaşıyorsunuz. Abartmıyorum buraya en az 4-5 saat ayırmakta fayda var. Gezilecek çok fazla bölgesi mevcut. Ayrıca çok keyifli bir yer. Müzeler, tarihi yapılar, parklar, manzara seyir terasları, sayfiye yeri tadındaki harika sokaklar, güzel çiçekli ve kapılı evler, eski binalar... Vallahi her köşesi fotoğraflık ve seyirlik. Yürüyerek ileride bulunan Matyas Kilisesi ve kale burçlarını ziyaret edebilirsiniz. Her ikisi de farklı fiyatlandırılıyor. Kilise girişi yanlış hatırlamıyorsam 1400 HUF (5 EUR) idi. Burçlar için fiyatı hatırlamıyorum ama burçların altından bakarak da manzara görülebiliyor. O yüzden ayrıca gezmeye gerek duymadım.






Matyas ise gerçekten çok görkemli bir yapı. Mutlaka görülmeli. Sonrasında ise bölgeyi adım adım gezmenizi tavsiye ederim. Gerçekten bu bölgeden oldukça keyif aldık. 2 saatimizi ayırdık biz. Ama zamanımız olsaydı 4-5 saatimizi burada geçirirdik.





Peşte

Gelelim Peşte tarafına. Daha çok zaman geçireceğiniz bölge burası. Her sokağında ayrı güzellik, ayrı bir kalabalık var. Burası Budapeşte'nin modern yüzü. Esasında Peşte bölge bölge ayrılmış, numaralandırılmış. Bu şekilde gezebilirsiniz. Görülecek çok fazla sokak, cadde var :)


Yine  köprüleri kendinize referans olarak aldığınızda nehit kıyısı boyunca yürüdüğünüzde sırası ile Elizabeth, Megyeri, Chain Bridge, Margit Bridge'i görebilirsiniz. Margit neredeyse şehrin uç tarafı oluyor.

Aziz Istvan Bazilikası: Vaktimiz yoktu burayı gezemedik. Parlamento binası ile çok yakınlar birbirine.


Opera Binası: Burası epey iç tarafta kalıyor, köprülerden. Görkemli bir bina. Ama akşam saatlerinde o civarda olduğumuz için içeriyi gezemedik.


Parlamento Binası ve civarı: Buranın çevresini gezebildik. Parklar, çevre düzenlemeleri muhteşem gerçekten. Askerlerin nöbet değişimini izlemek enteresandı. İlginç bir prosedür ve seremoni var :) Vaktimiz yoktu yine içeriyi gezemedik. Zaten biraz tuzlu içeriyi gezmek :)




Büyük Sinagog: Burası Jewish Strict denilen bölgede. Yahudi bölgesinde çok güzel mekanlar var bu arada.Aşağıda bir kaç mekan önerisi vereceğim.

Müzeler: Müze çok özellikli değilse genelde müze gezisi yapmıyorum :) Şehirde çok fazla müze var. Hepsini gezeyim derseniz, Budapeşte kart almanızı öneririm ve daha fazla zamana ihtiyacınız var demektir.

Vagi Utca (Utca cadde demek): Burası bildiğimiz İstiklal caddes. Şehrin kalbi burada atıyor :) Alışveriş yapabileceğiniz mağazalar, dükkanlar, cafeler vs. her şey var burada. E tabi hali ile turistik bir cadde olduğu için biraz pahalı.

Varosliget Civarı: Burası Peşte merkezine biraz uzak.Dilerseniz yürüyerek gidebileceğiniz gibi, metro aktarmaları ile de ulaşabilirsiniz. Yürüyerek 1-1,5 saat kadar sürebilir. Metro ile ise 15-20 dakikada gidersiniz. Ne var derseniz, Güzel sanatlar müzesi, Sanat Galerisi, Kahramanlar Meydanı nam-ı diğer Hösök Tere, hemen meydanın arkasında gotik yapısı ile hala ayakta olanVajdahunyad Kalesi, Kalenin içinden girdiğinizde harika koskocaman  bir park ve parkın devamında Hayvanat bahçesi. Bu bölge için de en az 3-4 saat ayırmalı.Ulaşım haricinde tabi:)






Margit Adası: Burası şehrin ucunda yer alıyor ama aynı zamanda şehrin içerisinde. Tramvay+otobüs aktarması ile ulaşılabileceği gibi köprüler boyunca yürüyerek de ulaşabileceğiniz bir yer. Buraya bence en azından yarım gününüzü ayırmanızda fayda var. Biz yürüyerek etrafı geze geze bu adaya 2 saat gibi bir sürede ulaştık. Ada yemyeşil, tuna nehri manzarası ile büyülüyor. Ada epey büyük ve merak etmeyin bizdeki adalar gibi değil gayet düz bir ada. Tarihten kalan Su Kulesi, manastırlar, kiliseler bulunmakta. Ada yıllar önce Kraliyet ailelerine hizmet vermiş.




Adayı gezmek istiyorsanız çok çeşitli yöntemleri var. Bunlardan biri her zamanki gibi yürümek :) Diğerleri ise bisiklet çeşitleri... Bisiklet dediğime bakmayın bir sürü bisiklet vari araçlar mevcut. 2'li, 3'lü, 4'lü bisikletler... Ben pedal çeviremem diyorsanız akülü araba mantığı ile çalışan sadece gaz ve frenin olduğu ufak arabalar da mevcut. Keyifli dakikalar için mutlaka 1 saat de olsa kiralayın bence :) Biz normal bisiklet kiralayıp adayı gezdik. Aracına göre değşiyor kiralama fiyatları. Bisiklet için saatlik 1200 HUF (4 eur) verdik. Ada yemyeşil, tam kafa dinlemelik, yaymalık  bir yer :) İçeri de ayrıca spor faaliyetlerinin yapıldığı bir klüpte mevcuttu. Zaten adada bizim gibi turistik amaçla gezen insanlar olduğu kadar günlük sporu için adayı tercih eden de çoktu. Velhasıl zamanım olsa ben buraya 1 günümü ayırırdım. Çimlerde yan gelip yatmak varken, piknik yapmak varken, istediğin gibi bisiklet sürmek varken başka ne isteyeyim?



Bunlar dışında günübirlik gezilecek, şehir dışında bir kaç yer mevcut. Mesela Estergon Kalesi, Visegrad bölgesi, Fot, Vac gibi bölgeler. Buralara hiç zamanımız yoktu...


Kısaca gezilecek yerler böyle. Siz yine de ufak bir rehber alın gitmeden önce. Oldukça iş görecektir.

Hah bir de bizim gittiğimiz tarihte Dünyaca ünlü Sziget  Müzik Festivali haftası idi. O nedenle şehir oldukça kalabalıktı. Bu seneki kadroya baktım çok benlik grup yoktu o yüzden günübirlik olsa da katılım gerçekleştirmedim. Ama önümüzdeki seneler için takipte olacağım. Dönerken uçağın %95'i festivalci gençlikti :) Özenmedim değil.


Şehri gezerken Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemini buram buram hissedebilirsiniz. Tüm binalar, yapılar harabe olsa bile o dönemin izlerini oldukça taşıyor. En bayıldığım şey gerçekten tarihi binalar oldu. Araştırmalarıma göre bu binalardaki kiralık evler de oldukça uygunmuş. Yaşam açısından oldukça ucuz ve hesaplı bir şehir. Erasmus değişim programı ile de öğrenciler tarafından bu nedenle tercih edilen bir yer ayrıca Budapeşte. Hem Avrupa'nın ortasında, Orta Avrupa'nın incisi, hem Avrupai hem de kendisine has özellikleri olan bir şehir. Her daim hareket, turist kalabalığı hakim şehirde.

Marketten alıp, hostelde denediğim Biralar. Dreher Budapeşte'nin yerel birası. Çok beğenmedim. Diğeri ise İrlanda Birası. O da çok sert geldi :)


Ve gelelim sosyal yaşama, eğlence hayatına.



Budapeşte'de en bayıldığım şey Kafeler, barlar, restoranlar oldu. Budapeşte'de Ruin pub dedikleri barlar meşhur. Nedir bu ruin pub olayı derseniz; Budapeşte'de eski dönemlerden kalan çok fazla tarihi bina mevcut. Bunların bir çoğu artık kullanılmaz durumda. İşte barların çoğu da kullanılmaz durumda olan eski fabrika binalarında, tarihi yapılarda vs. hizmet veriyor. Hepsinin tarzı, konsepti birbirinden güzel. Zaten Budapeşte'de hayatlar koca binaların avlularında, bahçelerinde. Dışarıdan baktığınızda kasvetli bir bina görüyorsunuz ama içine girdiğinizde büyülenmemeniz mümkün değil. Googleda arattığınızda fotoğraflara bakınca ne demek istediğimi anlayacaksınız :) Ben naçizane mekan önerilerimi paylaşayım sizinle.
Macarlar eğlenmeyi biliyor. Açıkçası çok da yardımsever İnsanlar. Misal yolda yürürken bir kaç defa adres sormak durumunda kaldık işin içinden çıkamayınca. Adresi tam olarak bilmediği halde hemen telefonunu açıp, google haritalarından bakan İnsanlar çok oldu :)

Macarlar'ın milli içkisi Palinka. Likör esasında ama alkol oranı oldukça yüksek. %40-50 arasında değişiyor. Bir shot attık içimiz yandı :) Bir shot  2-3 euro mekanlarda. Macar birası Dreher içtim ama eh pek beğenmedim.  Mekanlarda 3 euro civarında şişesi. Markette ise 1 eurodan az :)

Szimplakert: Burası ruin pub denilince akla gelen ilk yerlerden birisi. Yine salaş bir giriş sonrası gözünüz nereye takılırsa dakikalarca inceleyeceğiniz şeyler mevcut mekanda. Girişte sağlı sollu ayrı ayrı barlar mevcut. Avluya geldiğinizde burada bir şeyler için derim :) Hayat 20.00'dan sonra başlıyor mekanlarda. Szimpla baya meşhur bu yüzden oldukça kalabalı oluyor. Biz üst üste 2 gece gittik. İçkiler oldukça ucuz. Misal bir mojito 13 TL, kocaman bir bira 5 TL. Çeşitli kokteyler de 15-20 TL arası değişiyor. İstanbul'da herhangi bir mekanda bir mojito 25-30 TL arası. Mekan iyi ise 40-45 TL'ye kadar çıkıyor, değil mi? :) Szimpla, Yahudi bölgesinde. Çevresindeki tüm mekanlar çok güzel hepsini inceleyebilirsiniz.



Alexander Book Cafe: Burası Andrassy Bölgesinde. Bu bölgede çok güzel açıkçası. Marka mağazalar, güzel kafeler mevcut. Bu cadde üzerinde kitap evini bulup üst kata çıkın ve muhteşem bir mekana hazır olun. Kafanızı tavanlardan ve duvarlardan alamayacağınız için söylediğiniz kahveler soğuyabilir:) Böyle bir mekana göre kahve ve pasta fiyatları ise oldukça uygundu:) Bunun müdavimi ve en ünlüsü Newyork cafe var esasında ama orada biraz fiyatlar pahalı. Bence Alexander daha iyi gezginler için.



Anker't: Buraya da bayıldım! Yine Andrassy Bölgesinde hemen caddenin arka paralelinde bulunan bu mekan gündüzleri kahvaltı yapabileceğiniz, kahve içebileceğiniz bir yer . Akşamları ise bar ve eğlence konseptinde bir yere dönüşüyor. Fiyatlar yine uygun. Dışarıda duran korumalara aldanmayın. Bina yapısı itibari ile de biraz karanlık ve korkutuyor :) Ama içeriyi girince ''Ne güzel mekanmış!'' diyorsunuz. Ve tamamı ile elit, güvenli ve kalabalık değil.



Instant: Çok Övdüler. En iyi gece kulüplerinden biriymiş. Ama biz arkadaşımla beğenmedik. Çok kalabalık, çok turistik, kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir yerdi. Tabi amaç eğlence ise, kalabalığa karışayım diyorsanız tam size göre. Ama ben artık böyle mekanları kaldıramıyorum. Andrassy'da Opera Binasının arkasında kalıyor burası.


Bunlar dışında Yahudi bölgesindeki her kafeye, bara girin bence :) Zaman olmadığı için bir çok yere gidemedik :/ Oysa ki ne kadar güzel mekanlar var...

Ne alınır?


Budapeşte'de el sanatları oldukça yaygın. O yüzden el sanatları dalında bir çok turistik yerlerde satılan ürünlerden alabilirsiniz. Ama uyarayım oldukça pahalı. Biz halk pazarı gibi bir yerden magnet vs. aldık. 2 euro idi. Turistik mağazalarda 7-8 eurdan başlıyor magnetler. Paprika denilen acı biberleri meşhur. Belki bunlardan hediyelik olarak almak istersiniz. Onlar uygun. Bir de işlemeli bluzları meşhur macarların. Ama inanılmaz pahalı. Bir bluz 150 TL'den başlıyor...



Esasında gittiğim yerlere bir daha gitmeyi pek tercih etmiyorum ama Budapeşte'nin tadı damağımda kaldı. Tekrar gitmek için neden arıyorum :)


Son olarak çok uygun bütçeye bir ülke/bir şehir daha görmüş oldum :)

Bitola (Manastır)

$
0
0
Makedonya'da 3. günümüz. Planların kış mevsimi nedeni ile sekteye uğraması 4 koca günü Makedonya'da geçirecek olmamıza sebep oldu.  Bu yüzden her güne önemli şehirleri ayırarak zamanımızı değerlendirelim dedik.


Bitola ve Ohrid'e ayrı günlerde gittik. Ama olur da yolunuz Makedonya'ya düşer bu yerlere gitmek isterseniz, Ohrid'e gidin. 2 gün kalın. Günü birlik Ohrid'den Bitola'ya geçin derim. (Arası 1 saat olması lazım) Hem zamandan hem maliyetten kazanmış olursunuz. Bizim planlar güme gidince böyle her günü de doldurmak adına Üsküp'te kalarak gezmeye karar verdik. (bir kere 4 günlük konaklama parasını vermiş olduk, geri dönüşü olmazdı)


Üsküp Otogar'dan  Bitola için bilet aldık. Gidiş-Dönüş bilet fiyatı; Gidiş dönüş- 800 Dinar.
Ufak bir otobüs ile yaklaşık 3 saat süren yolculuk sonrası Otogar'da inerek Bitola'yı keşfetmeye başlayalım dedik ama iner inmez Bitola'da da oldukça yoğun bir yağmur bizi karşıladı. Otogar'dan taksiye atladık bizi merkeze götürmesi için. 5 Dinar karşılığında merkezdeyiz. Esasında hiç gerek yokmuş. Yürüyerek 15 dk'lık bir mesafede merkez. Ama yağmurun azizliği nedeni ile taksi tercih ettik.


Bitola'nın diğer adı Manastır bu arada. Osmanlı döneminde Manastır olarak bilinen şehir, bu devirden sonra makedonca olan Bitola ile anılmaktadır.


Bitola'yı gezmeniz 1, maksimum 2 saatinizi alır. Gezilecek yerlere baktığımızda Osmanlı döneminden kalan Kadı  cami var fakat günümüze kadar korunamadığı için oldukça kötü bir halde. Ziyaret için ise açık değil. Caminin başladığı cadde Şirok Caddesi olarak geçiyor. Burası modern bir cadde, Bitola'nın yeni yüzü diyebilirim. Alışveriş mağazaları, çeşitli kafe ve barlar var. Oldukça hareketli, şehrin kalbinin attığı bir sokak diyebilirim. Bizim gezdiğimiz gün Cumartesi idi ve yağmur yağması nedeni ile tüm kafe&barlar aşırı kalabalıktı. Bu cadde üzerindeki mağazalar ise epey pahalı. Güzel butikler var ama dediğim gibi oldukça yüksek fiyatlı.

Caddedeki yapılar ise renkli ve modern. Bu caddenin sonuna kadar yürüyüp sağ tarafa doğru karşıya geçtiğinizde Atatürk'ün eğitim gördüğü Liseyi  ziyaret edebilirsiniz. Üst katın bir bölümü Atatürk müzesi olarak kullanılmakta. Burayı gezerken yaşadığımız duyguları anlatmam mümkün değil. Anı defterini imzalayıp, üst katın sol tarafında bulunan arkeoloji&etnografya müzesini gezip, buradan ayrıldık.




Kadı Camii


Daha sonra tekrar Kadı camisi tarafına geldiğinizde solunuzda eski Türk çarşısının olduğu bölgeyi göreceksiniz. Her türlü dükkan, mağaza var burada. Günlük alışveriş, ihtiyaçlar için ideal bir yer. Kendinizi Türkiye'de gibi hissedebilirsiniz. Mahmutpaşa-Eminönü vari bir yer hatta içerik olarak :) Ama Osmanlı etkisini yapılarda hissedebiliyorsunuz. Çarşının ortasında minaresi yıkılan Osmanlı döneminden kalan bir cami de bulunmakta.



Şehrin ortasından ise Dragon Nehri geçiyor. İki tarafı birbirine bağlayan köprüler var. Arka sokaklarda biraz gezdiğinizde eski ve görkemli binalar ile karşılaşacaksınız. Çoğu kullanılmaz durumda ama zamanında ne kadar güzel evler olduğunu da kanıtlar derecede hala ayaktalar. Yıllarca Osmanlı egemenliği altında olan bir şehir için pek şaşırılacak bir durum değil.



Atatürk müzesinden aşağıya doğru dümdüz giderseniz parklar göreceksiniz. Parkın biraz ilerisinde, şehir merkezine 2 km uzaklıkta Roma Döneminden kalan Heraklea adında ufak bir antik kent var. Tabelalar size yönlendiriyor zaten. Yürüyerek ulaşabilirsiniz. Sakin yerleşim yerlerinden, benim için biraz ürkütücü mezarlıklardan geçerek girişe vardık. Giriş ücreti: Ama sezonun boş olması nedeni ile tek bilet fiyatına arkadaşımla beraber antik kenti gezdik. Antik tiyatro dışında bu antik şehirde aman aman görülecek pek bir şey de kalmamış.


Yaklaşık 3 saat geçirdik Bitola'da. Yağmur nedeni ile burada çok fazla fotoğraf çekme şansım olmadı. Ama genel anlamda Bitola,'yı sevdim. Dediğim gibi Ohrid'e geçerseniz buraya da yarım gün uğramanızda fayda var.



Fujifilm X serisi Workshop

$
0
0
Geçtiğimiz günlerde uzun süredir takip ettiğim Fujifilm Türkiye'nin düzenlemiş olduğu ücretsiz  eğitimi/gezisine dahil oldum.

Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere, fotoğraf dünyasını yakından takip edenler çok iyi bilir son yıllarda ''Aynasız'' makine kavramı hayatımıza girdi.

 ''Aynasız'' derken ne demek istiyoruz?


 Kullanılan DSLR makinelerin içindeki ışığı vizöre yansıtan ayna vardır. Aynasız makinelerde bu ayna kaldırılmış ve yerine elektronik vizör kullanılmış. Ayna ortadan kalktığı için makine boyutları doğal olarak küçülüyor. Hal böyle olunca küçülme lenslere de sıçrıyor ve karşınızda çok gezenleri cezbeden, yormayan, ağır olmayan, hemen hemen aynı işlevi gören bir sistem çıkıyor. Tabi fotoğraf makinesini ne amaçla kullandığınıza bağlı olarak değişecek bir sürü avantajı ve de dezavantajı var.



Ben 4 yıldır Nikon kullanıcısıyım. Başlangıçta DSLR almak gibi bir isteğim bile yoktu. Amacım sadece güzel, renkli, kaliteli fotoğraflar çekmekti. Kendimi Sirkeci'de bulunca 4 yıl önce bir baktım DSLR satın almışım bile. Zamanla çok gezerek, önceden çekilen fotoğraflara bakarak, inceleyerek, çevremde bir çok fotoğraf makinesi kullanıcısı da olmaya başlayınca ben de zehirlendim ve fotoğraf adına kendimi geliştirmeye başladım :) Ama artık kullandığım makineden, lensten çok sıkıldım, bir kaç teknik problemi de olunca onu tamir ettireceğime hem yeni, hem pratik, hem de beni tatmin edecek bir makine alma arayışına başladım.



Son bir sene içerisinde Canon Mark serisini veya ne bileyim üst düzey profesyonel makine kullanan ve gerçekten ''fotoğrafçı'' olan bir çok arkadaşın çantasında ikinci makine olarak Aynasız görmeye başladım ve ''ne oluyor yahu?'' dedim. Baktım boyut olarak ideal, geçen seneden itibaren de marka/model kıyaslamalarını incelediğim için artık ''değişim'' zamanı dedim.

Bu süreçte değişik bir sistem olduğu için açıkçası satın almadan önce makine ile bir kaç saat geçirmekte fayda var. Dediğim gibi sistem farklı, vizör farklı, makinenin eline oturması, fotoğraf çekme rahatlığı, performans vs. bunları deneyimlemek gerekiyor. Bunun için araştırmalar yapıyorken, geçen sene Türkiye pazarına hızlı giren Fujifilm'in ücretsiz gezileri olduğunu öğrendim. Son 3-4 aydır Sirkeci'deki Fujifilm mağazasının üst katında bir eğitim bölümü var. Burada ücretli/ücretsiz eğitimler veriliyor. Makineler tanıtılıyor ve günün belli saatlerinde dışarıda istediğiniz makine/lensi test edebilme imkanı sunuyorlar. Vallahi mükemmel bir uygulama! Eğer sizin de bu şekilde bir arayışınız varsa, yeni bir sistem denemek istiyorsanız Fujifilm mağazasına uğrayarak bilgi alabilirsiniz ya da Facebook sitesinden eğitim duyurularını takip edebilirsiniz.

Öncelikle uzun süredir bir kaç marka/model takip ediyordum ama takıntım biraz Fuji üzerine oldu. Ortamlarda Aynasız marka makinalarda Fuji, Olympus ve Panasonic'in sistemleri çok konuşuluyor. Yakın çevrem Fuji'nin X serisinden farklı modellerde makineler satın almaya başladı ve ben de yapılan performans yorumları/test makaleleri sonrasında X-T1 modeli ile kafayı bozdum. İlk etapta esasında sokak fotoğrafçılığı için ideal olan X100S modeline takmıştım. Bir arkadaşım çok benlik olmadığını söyleyince sonra vazgeçtim. Ama bu eğitim sırasında 3-4 model deneyimleme imkanı buldum ve gerçekten X100S değil de X-T1'in benim için mükemmel olduğuna karar verdim.




Öncelikle eğitim sürecinden biraz bahsedeyim. Sirkeci'deki mağazanın üst katına çıktık. Yaklaşık 40 kişi vardı. İki eğitmen önce kendilerini sonra Fuji markasını sonrasında ise Fuji'nin Türkiye'deki faaliyetlerinden bahsetti. Fuji ile çekilmiş fotoğraf sunumları yaptılar. Sonra Aynasız sistemi tanıttılar ve masada duran farklı modellerde olan makinelerin nasıl çalıştığından bahsettiler. Bu aşama yaklaşık 2 saat sürdü. Sonrasında herkes kendisine bir makine aldı ve dışarı çıktık. Tüm öğleden sonrasını Eminönü-Sirkeci-Gülhane bölgesinde fotoğraf çekerek, makineyi tanıyarak geçirdik. Burada kullanıcılar arasında makineleri ve lensleri değiştirebilir, böylelikle bu sistemin size gerçekten uygun olup, olmadığını anlayabilirsiniz. Bu süreçte eğitmenler de sürekli sizlerle. Sorularınıza, sorunlarınıza anında müdahele ediyorlar. Çok ilgili İnsanlar gerçekten. Tekrar teşekkür ediyorum ilgilerinden dolayı kendilerine. Bu arada bir fotoğraf grubunuz varsa iletişime geçerek grubunuza özel ücretsiz eğitim talebinde bulunabilirsiniz. Fuji bu konuda çok esnek. Her şeye ''ücretsiz'' olarak evet diyor :)


Gelelim bu sistemin/markanın/modelin nesini beğendim, nesini beğenmedim.

Beğendiklerim:


1-Dış görünüm, hafiflik, rahat taşınabilmesi. Yani çantaya at çık. Ya da tüm gün omuzunda, boynunda dursun hiç bir ağırlık hissetmiyorsun. Benim gibi çok gezenler için ideal!

2-Makineyi kavrayabilme, rahat fotoğraf çekebilme. Ne ağır, ne hafif!

3-Lenslerinin ufak ve pratik olması. Ayrıca 18-55 mm olan lensin keskinliği gerçekten çok iyiydi.
f 2.8 belirteyim :) Tam bir gezi lensi.

4-Ne çekeceğinizi LCD ekranından görebildiğiniz gibi vizörden de görebilmek enfes olmuş. Manuel kullananlar bu anlamda çok rahat edecektir. Normalde ne yaparız az çok hava ve ortam koşullarına göre makine ayarlarını ayarlar sonra deklanşöre basarız. Çıkan sonuca göre ayar yapıp bir kaç deneme daha yaparız değil mi? İşte bu makinede buna gerek yok. Bir yandan ayar yaparken bir yandan vizörden fotoğrafın karanlık mı, aydınlık mı, parlak mı vs. kısacası nasıl çıkacağını görebiliyorsunuz.


5- X-T1 modeli diğer X serisi makinelere göre kat ve kat üstün performansa sahip. Birincisi inanılmaz hızlı. X PRO, X100S denedim ve hiç beğenmedim. Özellikle X PRO o kadar yavaş ki, deklanşöre bastıktan sonra netlemeyi çok geç yapıp görüntüyü hafızaya çok geç alıyor. Bu da sizi önemli kareler yakalamaktan alıkoyan bir olumsuzluk. X-T1 bu anlamda oldukça tatmin edici.


6- Dahili flash yok, onun yerine güçlü ISO değeri var. Hoş benim flash ile işim hiç olmadı, olmaz da. Yüksek ISO değerlerini kullanın, farkı göreceksiniz dediler. Bir akşam çekimine çıkmak lazım ama çekilmiş fotoğraflara baktım gerçekten sonuç gayet iyi.

7-Fujinin renkleri çok canlı, çok iyi gerçekten. Bilgisayara atınca ekstra renk ayarlarına gerek duymadan ham halde kullanabilirsiniz. Ben jpeg çekiyorum, kullanıyorum yıllardır.  RAW takıntınız yoksa jpeg görüntüsü size kat ve kat yeterli olacaktır.

8- Döner LCD ekranı sayesinde farklı açılardan ezilip, büzülmeden, yerlerde sürünmeden, bel fıtığı olmadan fotoğraflar çekebilirsiniz:)

9- Netleme hızı çok iyi. Doğru ayarlara aldıysanız makineyi anlık bir görüntü yakalama sırasında çok başarılı.

10- Değiştirilebilir lenslerinin olması ve yukarıda da belirttiğim gibi lenslerin ufak olması.

11-Wi-fi teknolojisi var bu makinede. Wi-fi olan bir ortamda hemen sosyal ortamlarda çektiğiniz fotoğrafları paylaşabilirsiniz.


Beğenmediklerim;

1-Kesinlikle pil ömrü. Aynasızlarda geliştirilmesi gereken bir özellik. Durmaksızın fotoğraf çektiğinizde anca 2 saat gidiyor bir batarya. Gezi sırasında yanınızda en az 2 tane daha dolu batarya taşımanız lazım. Ben bazen tüm gün fotoğraf gezisinde oluyorum. DSLR ile tam bir günü geçirebiliyordum ama bu sisteme geçince batarya hezimeti yaşayacağım gibi duruyor.

2- Beğenmediğim demeyeyim ama alışması zor olan bir özellik ISO, Diyaframın farklı yerlerden değiştirilmesi ve bu sistemin dağınık olması. Lensin üzerinden ayar yapmak vs. biraz zaman alıyor. Makineye alışmak, elleri pratikleştirmek lazım.


Sonuç olarak DSLR geçmişiniz varsa, manuel olarak makine kullanımına hakimseniz ve de ihtiyacınıza göre daha hafif ama sonucu iyi olan bir makineye geçmek istiyorsanız bu modeli tavsiye ederim. Bir çok ünlü fotoğrafçı da bu sistem/modele geçiş yapmış ki bir bildikleri var değil mi:P


Gelişen ve değişen teknolojiye ayak uydurmak biraz maliyetli tabi.  Olumsuz taraflarından birisi de fiyatlarının yüksek olması. Fujinin fiyatları tüm Avrupa'da Amerika fiyatları ile aynı. X-T1 için fiyat 18-55 mm dahil 3.800 TL. Biraz gezilerden feragat edip, eski makinemi de satıp bu makineyi önümüzdeki sene başına kadar almam lazım :(

Şavşat Günleri

$
0
0
Artvin'de sanırım beşinci günümüz. İstikamet Borçka günlerinden sonra Şavşat. Uzun bir yolumuz var. Yine güzel manzaralar eşliğinde Borçka'dan çıkıyoruz ve Artvin merkeze uğruyoruz. 3 gündür dağda olmanın, doğa içerisinde bulunmanın keyfi bambaşkaymış diyorum şehre inince. Hem kalabalık, hem sevimsiz hem de anlamsız derecede sıcak Artvin merkez...


Bulunduğumuz aracın kliması da arıza yapınca havadaki nem nedeni ile bir an önce Şavşat'a ışınlanmak istiyorum...


Öğleden sonra Şavşat'ta oluyoruz. İlk durağımız Şavşat Seyir Tepesi. Şavşat girişinde görmemek mümkün değil. Muazzam bir manzara, yeşilin bir sürü tonu sizleri bekliyor. Etrafta mangal yapan aileler mevcut. Şöyle bir dinlenip, manzaranın tadını çıkardıktan sonra kalacağımız otelin yolunu tutuyoruz.


İki gün boyunca kaldığımız tesis mükemmeldi. Kocabey köyünde bulunan aileler için düşünülüp, inşa edilmiş Laşet bungolav evlerde kaldık. İki gün boyunca enfes manzaraya karşı, evlerin terasında oturup hiç bir şey düşünmeden o manzarada kaybolmak... Hatta aşağıdaki fotoğrafı sosyal mecralarda paylaştığım gün, Perşembe günü yani Bayramdan sonraki ilk çalışma günüydü. O gün çalışan arkadaşları üzdüysem affedin ;)


Olur da Şavşat'a yolunuz düşerse Laşet'in otel bölümünde değil de Bungalov olan bölümünde kalmanızı öneririm. Ama çok önceden iletişime geçip, yerlerinizi ayırtın yoksa sezonda boş bulmanız pek mümkün değil. Aile olarak kalabileceğiniz gibi, arkadaşlarınız ile de kalabilirsiniz. Bungalovlar içinde iki oda ve bir de oturma salonu var. Oturma salonunda çekyat olduğu için bir bungalovda yaklaşık 5-6 kişi kalabiliyor. Kişi başı oda fiyatı 80/90 TL civarında değişiyor. Ne kadar erken rezervasyon yaparsanız, o kadar iyi.



Şavşat'ta neler yaptık. İlk gittiğimiz gün Şavşat yakınında Sahara Milli Parkı var. Şavşat'taki Karagöl de bu milli park sınırları içerisinde fakat oraya biraz mesafe var. Biz kaldığımız yere yakın olan kısmına, tepeye araba ile çıktık. Biz çıkarken hava öyle bir bozdu ki size anlatamam. Karadeniz'deki bu ani hava değişimlerine alışığımdır ama birden bire dolu yağdığını görünce tırsmadım değil. Buradan manzara eminim çok güzeldir ama havanın sisli ve de yağmurlu olması sebebi ile pek bir şey çekemedik. Aşağıdaki bir kaç kare çıktı.



Aşağıya inerken hava düzelir gibi oldu.



Sonra kaldığımız köye geri döndük. Ben o kadar çok yorulmuştum ki o gün başka bir şey yapmak istemedim, evin terasında öylece oturup yağan yağmuru izledim.


Ertesi gün erkenden kalkıp, kahvaltımızı yaptık ve ilk durağımız köydeki eski bir cami idi. Camiden sonra istikamet Şavşat'taki Karagöl. Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası göldeyiz. Borçkadakine kıyasla daha ufak buradaki göl ve çevresini rahatlıkla yarım saatlik bir yürüyüş ile gezebiliyorsunuz.


Gittiğimde kamp yapan motorlu abiler vardı. Günlük gezmeye gelenler de oldukça fazlaydı. Güzel manzaranın tadını çıkardık bir kaç saat burada ve aşağıdaki dostumla güzel pozlar vererek Karagölden ayrıldık.



Yavrum ya kendisi tam bir doğa aşığı!


Sonraki durağımız yol üzerindeki köyler ve sonrasında Pınarlı Köyünde bulunan Balık Gölü. Köylerde güzel muhabbetler, çalışkan ve misafirperver İnsanlarla karşılaşmak çok güzel oluyor.




Balık Gölünde tesadüf eseri Soner arkadaşımla karşılaşmam ise paha biçilmez oldu. İstanbul'da buluşamayıp, Artvin'de denk gelmemiz... Fena tesadüftü :)


Balık Gölü, muazzam bir yer. Yanılmıyorsam 1600 rakımlarında idi. Yukarılara doğru çıktığınızda yürüyüş yapılacak rotalar ve farklı göller de bulunmakta imiş. Ama bizim süremiz kısıtlı olduğu için Balık Gölü etrafında kaldık. Göl girişinde ufak bir kulübe var. Eğer yanınızda yiyecek yoksa burada Balık/köfte/sucuk yiyebilirsiniz. Ya da mangal yapılacak bir sürü alanı var, eğer malzemenizi getirirseniz.





Dönüş yolunda Windows arka planı manzaraları


Dönüş yolunda Tibet Kilisesi kalıntılarını görüp, köy kahvesinde mola veriyoruz. Tibet Kilisesi, Cevizli Köyünde. Bagratlılar döneminde yaptırıldığı bilinmekte. Şu an ise bakımsızlıktan, tahribattan nasibini almış. Köy halkı gelenlerden imza topluyor restorasyon çalışmalarını başlatabilmek için. Zamanında çok müdahele edilmiş bu tarihi esere. 1950'li yıllarda zamanın kaymakamı burayı yıktırmak istemiş, dinamitlerle oldukça büyük hasar verdirmiş. 1957'de ise bakımsızlıktan kilisenin tavanı çökmüş. Tarihi eser kaçakçılarının ve define avcılarının hezimetleri nedeni ile maalesef Karadeniz'de bulunan bir çok tarihi eser günümüze harap halde ulaşmış. Bunu Artvin'i veya Trabzon'u gezerken çok net bir şekilde görebilirsiniz.



Günün sonu yaklaşıyor. Kocabey köyüne yani kaldığımız yere geri dönüyoruz. Son gecemiz olduğu için biraz köyü gezmek istiyorum ve benim gibi düşünen fotoğraf sevdalı arkadaşlarla başlıyoruz köyde yürümeye. Yabancıyız, her yerimizden belli. Makineleri gören ''Hoşgeldiniz, hayrole, ne için?'' gibi sorularla başlayıp ''Buyrun, bir çayımızı için'''e kadar giden muhabbetlerle bizi karşılıyorlar. Sanırım 1,5 saat içinde gezdiğimiz köyde 8-9 evden ''çay içelim, yemek yiyelim'' teklifini aldık :)



Kocabey Köyü çok güzel ve bakımlı bir köy. Bir ara hem annemin hem de babamın büyüklerinin bulunduğu köyler aklıma geldi. Burası oralara göre şehir bile kalabilir :) Saman balyalarını yapanlar, evlerinin önlerini süpürenler, bahçelerinde oturanlar...



Çok güzel İnsanlar ya. Çoğu kışlarını İstanbul'da, yazlarını ise Artvin'de geçiriyormuş. Bu arada Artvin'in çok güzel eski ahşap evleri meşhur. Tarihi sayılabilecek düzeyde. Biz de merak edip, köyde epey gezdikten sonra tavsiye edilen bir evin kapısını çalmak için  gidiyoruz. Yaşlı bir teyzemizin bayramını kutluyoruz, şeker veriyor bize :) Oradan Yakup Amcanın evini buluyoruz ve iznini alarak evini gezmeye, görmeye başlıyoruz. Kızları bize köy ve Artvin hakkında bilgi veriyor. Evin dışı çok güzel olduğu gibi ilginç gizli bölmeleri ile içerisi de epey güzel. Yakup amcanın babası ile sohbet ediyoruz. Yakın zamanda eşini kaybetmiş, yalnızlık onu fena yapmış. Bir zamanların ayaklı ansiklopedisi imiş kendisi. Ama şu an üzüntüleri yaşlılık derken unutkan olmuş.  Ağlayarak ufacık da olsa kendisini tanımamıza izin verdi. Keşke daha çok zamanımız olsaydı da köyde daha çok zaman geçirseydik.







Biliyorum ki bir şekilde yine yolum o köye düşerse aç kalmam, açıkta kalmam. Gidecek bir yerim, sohbet edecek İnsanlarım olur.



Artvin'in İnsanları bir harika dostum. Hiç aksi biri ile karşılaşmadık. Hepsi sevecen, güler yüzlü ve her daim kapılarını yabancılara açan İnsanlardı.


Akşam ise son gecemiz artık bir yıldız pozlama yapayım diyorum ve her akşam yıldız avında olan arkadaşlara katılıyorum. Makinenin azizliğine uğrayarak uzun uğraşlar sonucu sadece iki kare yakalayarak Şavşat'tan güzel anılarla ayrılıyorum.

Bu gezinin bombası ise her ne kadar fotoğrafını çekememiş olsam da yakın mesafeden yavru boz ayı görmem oldu :) Bu da gezinin mükemmel bir hatırası olarak kaldı hafızalarda.

Dünyayı keşfetmemiz için yapılan en güzel seyahat filmleri

$
0
0
Kendimi bildim bileli sinema hayatımın olmazsa olmaz hobilerinden biri olmuştur. Evden günlerce dışarı çıkmadan art arda film, dizi, belgesel izlediğimi bilirim. Son yıllarda gerçekten yapacak bir şeyim yoksa ayın bir kaç gününü bu şekilde geçiriyorum. Farklı kategorilerde olan filmleri art arda izlemek güzel oluyor. Beni çok etkileyen, bir nevi seyahati de hayatımda ana elementlerden biri yapan Sinema sayesinde görmeye, keşfetmeye aç bir insanım. Madem böyle bir birikim var biraz paylaşım da bulunayım dedim ve insanı keşfetmeye teşvik eden, Dünyada neler olduğunu ve insanın sınırlarını zorlayabileceğini gösteren naçizane film önerilerimi sizlere sunmak istedim.

Şimdiden keyifli izlemeler, pişman olmayacağınızı garanti ediyorum!

1-Into The Wild

IMDB Linki

Hayatımın filmi ile başlayayım. Sanırım bu filmi bilmeyen yoktur. Özellikle kafayı gezmek, tozmak, keşfetmek ile bozmuş arkadaşların favori filmidir Into The Wild.  Bir anda her şeyi bırakmanın, az şey ile yetinerek yaşamanın, kendini bulmanın, kapitalist düzene meydan okumanın, insanın kendi sınırlarını zorlamasının güzel bir örneğidir bu film her ne kadar sonu kötü bitse de. Gerçek bir hikayeden uyarlamadır. Müzikleri ise efsanedir. Pearl Jam'in her şeyi olan Eddie Vedder tarafından yapılmıştır. Her seyahat öncesi bu filmi izler, gaza gelirim.


2- The Way


İşte başka bir güzel bir ''yol'' filmi. Seyahatperest olan oğlunun yürüyerek başladığı St. James Way rotası yolculuğu talihsiz bir son ile bitmesine razı olmayan ve onun hayallerini gerçekleştirmek için her şeyini bırakıp, oğlunun kaldığı yerden devam eden bir adamın öyküsü. Gerçekten çıktığı yolculukta kendisini tanıyan, zorluklarla yüzleşen, konfor eşiğini hayli aşan bir adamın öyküsünü izleyeceksiniz. Hem oğlunun hayalini gerçekleştiriyor hem de kendisini yolda keşfediyor. Filmin sonunda ise seyahat kolik olduğunu ve Dünyayı dolaşmaya devam ettiğini görüyoruz.


3-Before Sunrise


Richard Linklater'ın muhteşem üçlemesinin ilki olan bu film farklı yerlere giden Jesse ve Celine'in Budapeşte-Viyana treninde karşılaşarak, sonraki 14 saatini beraber geçirmelerini konu alan çok güzel bir aşk öyküsünü anlatıyor. Jesse'nin Amerika'ya gitmeden önce Viyana'da uçak saatine kadar vakit geçirmesi gerekmektedir ve Celine'i de ikna ederek kendisine eşilik etmesini sağlar. Filmde sabaha kadar Viyana sokaklarında gezen, eğlenen, romantik dakikalar yaşayan ve sabaha kadar kendi yaşamlarını birbirine anlatan iki gencin güzel anılarına tanık olacaksınız. Sonrası için ise diğer iki filmi izlemeniz gerekiyor :) Not: Bu filmler gerçek zamanlı olarak çekilmiştir ve ''Hayatın İnsanları nerelere sürükleyeceği bilinemez'' konseptini bence başarı ile işlemiştir.


Before Sunrise 1995 (Viyana)
Before Sunset 2004 (Fransa)
Before Midnight 2013 (Yunanistan)

4-The Motorcycle Diaries


Bir başka güzel ''yol'' filmi fakat bu sefer motosiklet ile. Che Guevara'nın 1950'lerde henüz devrimci değilken arkadaşı ile yaptığı Güney Amerika yolculuğunu konu alıyor film. Senaryo Guevara'nın günlükleri üzerinden kurgulanarak yazılmış. Hikaye Arjantin'den başlayarak tüm Latin Amerika'yı konu alıyor esasında. Bir nevi yaşadıkları coğrafyayı keşfediyor bu iki güzel adam. Güney Amerika merakım bu filmden ötürüdür :)


5-Seven Years In Tibet


Bu filmi de bilmeyen yoktur sanırım. Brad Pitt'in başrolde oynadığı bu güzide film gerçek bir hikayeden yola çıkarak kurgulanmış. Avusturyalı dağcı Heinrich  Harrer ve arkadaşının Himalayalar'ın en yüksek tepesine doğru başladıkları yolculuk beklemedikleri şekilde gelişir ve İngiliz askerleri tarafından esir kampına götürülürler. Kamptan kaçmayı başaran ikili, Tibet'e kaçar ve Lhasa'ya varırlar. Bundan sonraki 7 yılları Tibet'te geçer. Kendi içlerinde yaşadıkları değişimi, macerayı ve farklı bir kültürü görmek adına bu film kesinlikle izlenmesi gereken bir yapıt.


6-Tracks


2013 yılı yapımı henüz yeni yeni izleyici ile buluşan bir keşif filmi ''Tracks''. Bu film de gerçek bir yaşamdan uyarlanmış. Avustralya'lı yazar kadın Robyn Davidson'ın 1977 yılında köpeği ve yolculuk için aldığı dört deve ile Avustralya çöllerinden başlayıp Hint Okyanusuna kadar gerçekleştirdiği yolculuğu konu alan filmde yazara National Geographic fotoğrafçısı Rick Smolan da eşlik ediyor. Genç bir kadının gözünden bireyin kendisini keşfetme, sınırlarını zorlamasını konu alan bu filmi beğeneceğinizi düşünüyorum.


7- The Fall


Aslında bu bir ''kendini keşfetme, sınırları zorlama'' filmi değil. Ama Dünyada ne kadar muhteşem yerler olduğunu kanıtlayan bir film. Özellikle filmin çekildiği yerler efsane güzellikte. Merak edip film hakkında yıllar önce araştırma yaptığımda şu güzide blogu bulmuştum. (Blog ) Yönetmen ekibi ile birlikte 18 ülke ve 26 farklı mekanda çekim yaparak bu filmi gerçekleştirmiş. Mekanlar ise tam anlamı ile görsel bir şölen şeklinde izleyiciye sunulmuş. Nereler yok ki... Güney Afrika, İtalya, Türkiye, Hindistan, Arjantina, Fiji, Çek Cumhuriyeti, Mısır, Çin, Bolivya... Daha da sayamıyorum. 


8- In Bruges


Yine filmin geçtiği mekan nedeni ile izlenmesi gereken filmlerden biri. Bruges, Belçika'da Orta çağ döneminden kalan ve hala mimarisi ile ayakta olan bir şehir. Her giden arkadaşım mükemmel bir yer olduğunu ve zamanın orada durduğunu söylüyorlar. Ben de bu filmi izlerken şehre aşık olmuştum. Tez zamanda gidilesi bir şehir. Bu filmin hikayesi ise oldukça akıcı.


9-The Beach


Leonardo dicaprio'nun parladığı filmlerden biri The Beach. Bu da vakti zamanında televizyonda oldukça gösterilmişti. Tayland'ın muhteşem sahillerinde geçen filmi psikolojik gerilim- macera türünde değerlendirebiliriz. Amerikalı genç bir maceraperesti canlandırıyor Leonardo bu filmde.


10-Under The Tuscan Sun


Romantik filmleri severler için gelsin bu film de :) Amerikalı bir yazar kadın eşinden boşanır ve taze bir başlangıç için İtalya'nın Toskana bölgesinde harabe bir villa satın alır.  Yeni bir hayat, yeni maceralar, yeni bir çevre ve yeni bir aşk onu beklemektedir. Esasında çok bilindik konusu olmasına rağmen, Toskana'nın eşsiz güzelliği sayesinde çok keyifli, sıcak bir film sizleri bekliyor.



11- Finding Mr. Destiny


Bu sefer bir Uzakdoğu filmi önerisi yapacağım. Film iki genç üzerine kurulu. Yıllar önce yaptığı Hindistan seyahatinde tanıştığı Güney Koreli genç ile yakınlaşan ve Hindistan'da güzel günler geçiren Seo Ji Woo, yıllar geçse bile o genci ve yaşadıkları güzel anları unutamaz. Bu arada Güney Kore'de faaliyet gösteren ve İnsanların ilk aşklarını araştırıp, bulan bir firma vardır ve kızımız babasının baskısı ile bu firmaya başvurur. Hindistan'daki aşkını bu sefer tüm Güney Kore'de aramaya başlar. Filmi geçmişe dönüş sahneleri ile izliyoruz bu arada Çok sıcak, sevimli ve renkli Hindistan görüntüleri için hazır olun.



12-The Way Back


Yaşanmış olayları ele alan bir film daha. 1940 yılında Stalin döneminde Sovyet Rusya'da bulunan Sibirya çalışma kampından özgürlüklerine kavuşmak için kaçan  ve yürüyerek Gobi Çölünü aşıp, Hindistan'a kadar ulaşan insanların yaşadıkları macerayı ve dramı konu alıyor film. Bu hikaye ise dönemin Polonyalı bir yazarı tarafından kitap olarak 1956'da yazılıyor ve yıllar sonra BBC tarafından belgesel olarak ele alınıyor. Yönetmen Peter Weir'in de bu belgeselden etkilenerek The Way Back'i çektiğini okumuştum. 




13-Leap Year


Muhteşem İrlanda coğrafyasında geçen güzel ve eğlenceli bir aşk filmi. Nasıl ki 14 Şubat bazı kadınlar için büyük anlam taşıyorsa, dört yılda bir gelen 29 Şubat tarihi ise İrlandalı Kadınlar için büyük önem ve anlam taşıyor. Özellikle nişanlanmak/evlenmek isteyen kadınlar bu tarihi dört gözle beklemektedirler. Çünkü kadınlar teklif ediyordur erkeklere :)Bu İrlanda geleneğini işleyen filmde sevdiği adama evlilik teklifini sunmak ve bu fırsatı bir daha dört sene sonra yakalayabileceğini bilen şirin bir kadının Dublin'de yaşadığı macera dolu öyküsüne tanık olacaksınız.



14- Night Train To Lisbon


Biraz da Avrupa şehirlerini övelim:) Geçtiğimiz günlerde vizyonda olan ve bir kitap uyarlaması olan A Night Train To Lisbon, adından da anlaşılacağı üzere Portekiz'in  Lizbon şehrinde geçiyor. İsviçre'de bir öğretmen olan 57 yaşındaki Raimund'un sıkıcı ve monoton hayatı, bir kadının Bern'de intihar etmek istemesi ile değişiyor. Kadına yardım eden Raimund, kadının ardında bıraktığı bir kitap ve bir tren bileti ile kalakalıyor. Tekrar kadını bulmak için istasyona gidiyor ve düşünmeden kendisini Lizbon'a giden treni içinde buluyor. Elindeki kitapla birlikte yeni bir maceraya atılan Raimund, kitabı okumaya ve ilginç anıları olan yazar hakkında Lizbon'da araştırma yapmaya başlar. Çok sürükleyici bir film ve Lizbon'a aşık olmamak elde değil. Gideceğim bir gün!


15- To Rome With Love


Hep derler Roma, ''Aşk şehridir!''diye. Bunu kanıtlayan güzel bir film. Woody Allen'ın yönetmenliğinde yine sıcak ve samimi ve dahası aşk dolu bir film. Tabi ki Roma'da! 


16- Midnight in Paris


Yine bir Woody Allen çalışması. Bu sefer Paris'te geçiyor. Romantik-komedi dalında olan filmde evliliğe hazırlanan genç çift, ailelerinin iş gezisini fırsat bilerek onlarla birlikte Paris'e gelirler. Genç adam bir gece kendisini 1920'li yılların Paris'inde bulur ve olaylar gelişir. Filmin görüntü yönetmeni mükemmel bir iş çıkarmış. Paris'i merak edenler mutlaka izlesin.


17- 127 Hours


Çok sevdiğim yönetmen Danny Boyle'un 2010 yapımı macera-gerilim filmi. Utah'ta tek başına Kanyon gezisine çıkan bir dağcının gerçek yaşam öyküsünü konu alan filmde söz konusu dağcı derin bir Kanyon arasında sıkışır ve 127 saat boyunca mahsur kalır. Hayatta kalma mücadelesi veren dağcının kurtuluşu ise talihsiz bir yöntemle olur. Gerilime hazır olun!


18-Heima


Heima esasında bir müzik belgeseli. İzlanda'lı Post rock grubu Sigur Ros'un 2006 yılında İzlanda'da çıktığı turneyi ele alıyor fakat muhteşem İzlanda görüntüleri eşliğinde. Özellikle açık havada verdikleri konser mekanları efsane güzellikte. İzlanda'yı çok merak eden biri olarak bu belgeselden sonra kesin gitmeliyim demiştim. Özellikle Kışın görülmesi gereken bir coğrafya diye düşünüyorum.




19-The Cave Of The Yellow Dog


Muhteşem Moğolistan görüntüleri için hazır olun! Bu filmde kimse tanmış bir aktör, bir oyuncu değil! Yönetmen belli yerlere kamera kurarak bozkırlarda yaşayan ailelerin günlük yaşantısını ele almış ve ortaya gerçekten belgesel niteliğinde mükemmel bir çalışma çıkmış. Moğol halkının alışkanlıkları, günlük yaşamları, gelenekleri, kırmızı yanaklı çocukları, şamanizm vs. hepsi bu filmde mevcut.  Moğolistan planları yıllardır yapıyorum ama umuyorum yakın zamanda şeytanın bacağını kıracağım hazır vizeler de kalkmışken.


20- Sonbahar


Ve son filmimiz bir yerli bir yapım. 2008 yılında sinemada izleyip coğrafyasına hayran kaldığım Karadeniz'de geçiyor film. İşte o tarihten sonra Rize'ye Artvin'e gitmek istemiştim hep ve nihayetinde gözlerimle o müthiş manzarayı gördüm. Çekimleri Rize Şenyuva Köyünde, Elevit Yaylasında ve Hopa'da gerçekleşen filmde Yusuf politik tutuklu olarak 10 yıldır cezaevindedir ve sonunda özgürlüğüne kavuşarak memleketine, annesinin yanına gider. Çocukluk ve gençlik anıları arasında son iki ayını memleketinde geçiren Yusuf'un öyküsünü izliyoruz. Yusuf muhteşem manzaralı derme çatma sedire yattığında, dakikalarca ekrana kilitlenebilirsiniz. Filmde dikkati çeken unsurlardan biri de film müzikleri. Özellikle Ayşenur Kolivar'ın Daim Yusuf Orti adındaki ağıtı seslendirmesi muhteşem.


2. bölümü de bir ara yapacağım. O kadar çok film var ki!

Ohrid

$
0
0
Makedonya'da ikinci günümüz ve istikamet günübirlik gezeceğimiz bölge Ohrid.

Sabahın erken saatlerinde kalkıp, otogara gittik ve gidiş-dönüş olarak biletlerimizi aldık. (780 MD) (12 eur) Dönüş biletini kestiler fakat indiğimiz Ohrid otogarında bu biletleri hangi saat için kullanacağınızı belirtmeniz gerekiyor. Ekstra rezervasyon dedikleri de bir ücret aldılar. (60 MD) O kısmı anlamadım :S Yani gidiş dönüş toplamda 780 Makedon dinarı ödedik.

Hemen hemen 2 saatte bir otobüs var karşılıklı olarak. Eminim yaz aylarında daha fazladır. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası Ohrid'teyiz. Yolculuk gerçekten çok dar, kavisli, eski yollarda geçti. Balkan yollarının çok güvenli olmadığını okumuştum gerçekten de öyleydi. Bu arada yoldayken dört mevsimi yaşadık neredeyse. Neresi olduğunu bilmediğimiz yüksek bir bölgeden geçerken yaklaşık 1 saat kadar kar manzaralı yollardan, ormanların içinden geçtik. Ohrid'e indiğimizde ise hava hafif serin, kapalı fakat yağmursuzdu.


Ohrid Otogarında indik, bilet işimizi hallettik ve çevremizi kuşatan taksicilerle muhatap olmadan tabelaların yönlendirmesi ile  merkeze ulaştık. Yaklaşık 10-15 dk. süren bir yürüme mesafesi ile Ohrid meydanına ulaştık. Sabah saatleri olduğu için henüz sakinlik hakimdi Ohrid'te.


Tarihi Çınar ağacının olduğu ufak meydana ulaştığımızda turist bilgilendirme ofisine girerek geziye nasıl başlayacağımız konusunda bilgi edindik. 100 MD karşılığında bir harita edindik ve ilgili kişinin verdiği tüyoları yazarak Ohrid'te gezmeye başladık.



Turist bilgilendirme ofisinin hemen karşısında ufak bir yokuş göreceksiniz. Oradan geziye başladığınızda sizi yönlendirecek olan tabelalar ve elinizdeki harita sayesinde 2 saat gibi bir sürede tüm Ohrid'i gezmeniz mümkün. Bu rotada gezilecek çok sayıda kilise, antik çağlardan kalan kalıntılar var ve  muhteşem doğa görüntüleri sizleri bekliyor olacak.



Ohrid, Makedonya'nın güneyinde yer alan, Antik Liknidos şehrinin bulunduğu bölgede Ohri Gölü çevresinde kurulan kentin adıdır. Ohri Gölü Avrupa'nın en eski ve derin göllerinden biridir. Ohrid'in tarihinin çok eskilere dayandığı bilgisini gezimiz sırasında edinmiştik. Antik zamanlardan kalan kalıntılar yanında Osmanlı Döneminden kalan çok sayıda tarihi eseri de görmeniz mümkün. Ohrid'in ufak olduğuna bakmayın kentte 40 tane kadar kilise mevcut. Gezerken bir süre sonra hepsi birbirinin aynısı gibi geliyor size. Çünkü hemen hemen hepsi aynı dönemde inşa edilmiş. Sadece bulunduğu konum itibari ile farklı.


Ohrid, özellikle Makedonlar için tatil kenti. Yaz aylarında buralarda adım atılamayacağını kenti gezerken görmüş olduk. Çok sayıda yazlık ev, kiralanabilecek ev/pansiyon da mevcut. Diğer Makedon şehirlerinden biraz daha pahalı hal böyle olunca. Kilise girişlerinin hepsi ücretli. Toplam 5-6 kilise için 200 MD verdik. Artık hepsine de girmedik. Çünkü dediğim gibi bir süre sonra hepsi birbirinin aynısı geliyor.


Kısaca rotada gezilecek yerlere bakarsak;


Harita

Tarihi Çınarın hemen çaprazında bulunan Ali Paşa Camisi

Çınarın hemen yanından yukarıya doğru çıktığınızda;

Zeynel Abidin Camisi
Kamensko Kilisesi


Ormanlık bir yol sonrası Upper Gate adlı tarihi kapıdan geçiyorsunuz;


Antik Tiyatro


Demetrios Kilisesi
Perivleptos Kilisesi


Contantine ve Helena Kilisesi
Chelnica Kilisesi

Bu kiliseden sonra Lower Gate adlı tarihi kapıdan geçtiğinizde;

Nikolas Bolnichki Kilisesi
Virgin Mary Kilisesi
St. Nikolas Gerakomia Kilisesi
St. Sophia Kilisesi



Buradan sonra biraz yürüdüğünüzde
Plaosnik ve Bazilika



Biraz daha yürüdüğünüzde bence Ohrid'in en güzel Kilisesi;

St. John Theologian at Kaneo Kilisesi




Burada özellikle kocaman bahçesinde zaman geçirmenizi öneririm. Zaten bu rota etrafında kiliseden kiliseye gezerken muhteşem ormanlar ve Ohri Gölü manzarası eşliğinde geziyorsunuz.

Son olarak biraz yukarıda kalan Samuel'in Kalesine gidebilirsiniz. Ya da buraya Upper Gate sonrası direk de gidebilirsiniz. Tercih sizin. Güzel bir yürüyüş rotası sizi bekliyor.


Haritada göreceğiniz Sophia Kilisesi bölgesi zaten çarşıya çok yakın.En sona bu bölgeyi bırakabilirsiniz.



Ohrid Çarşısı ise son gezeceğimiz yer oldu. Safranbolu'yu andıran evler ile kaplı. Çok şirin, göl manzaralı evler mevcut. Göl karşısında ise güzel kafeler, restoranlar var. Yorgunluk kahvesi içmek için bir kafeye uğruyoruz. Fiyatlar 60-100 MD olarak değişiyor. Çok uygun!



Sonrasında ne yiyebiliriz diye bakınırken mevsimin kış olması nedeni ile bir çok restoranın kapalı olduğunu görüyoruz. En son Türk bir amcanın dükkanını buluyoruz ve ekmek arası köfte, patates ve içeceğe 110 MD vererek mutlu oluyoruz.





Ohrid'te keyifli tam bir gün geçirdik. Zamanınız var ise ve de yaz aylarında buraya geldiyseniz, 1 gece kalabilir doya doya 2 gün kafa dinleyebilirsiniz. Göl manzaralı da bir ev tuttuysanız, değmeyin keyfinize!

Maliyet:
Üsküp-Ohrid gidiş dönüş otobüs bileti: 780 MD
Harita: 100 MD
Yemek: 110 MD
Kilise girişleri: 100 MD
Kahve:80 MD
Su: 30 MD
Ortalama 20 EUR harcamış olduk bir gün içerisinde.

Sosyal mecralar

$
0
0
Merhabalar,

Blogun yanında bir de daha geniş kitlelere ulaşmak adına blogum ile aynı adı taşıyan facebook sayfasını da bugün açtım. Hem blogda yazdıklarımı, hem çektiğim fotoğrafları, hem de geziler sırasındaki güncellemeleri paylaşmak adına faydalı olacağını düşünüyorum. Facebook kullanıcısı iseniz takip etmenizi çok isterim :)

Gezmeninsonuyok


Yolunuz açık olsun!

Bir Kış Masalı, Kars'a yolculuk

$
0
0
Geçtiğimiz sene bir blog yazısı okurken Kars'ın kış mevsimindeki güzelliğini keşfetmiştim. Evet Türkiye'nin doğusunda olması nedeni ile Kış şartlarının çok çetin geçtiği bilgisini zaten yıllardır televizyonlarda görüyordum.Aklımda karların altından çıkan Rus işgali sırasında inşa edilmiş mükemmel binalar kalmış. Geçen seneden beri kafama takmıştım mutlaka kış mevsiminde gitmeliydim Kars'a. Malum İstanbul'da yıllardır kış bile olmuyor. Fena mı bir kaç gün kış mevsiminin nasıl bir şey olduğunu hatırlamak için güzel bir fırsat olacaktı Kars.


Azgezmiş fotoğraf&gezi grubunu 3 senedir takip ediyorum ve sadece  3 gezisine gidebildim. Kars gezisini açıkladığında Zehra, hiç düşünmeden geliyorum dedim. Gezi 3-4 ay önce açıklandığı için finanse edebilmek daha kolay oluyor, uçak biletlerini daha uyguna bulabiliyorum. Bu da öyle oldu. Uygun bir ücret karşılığında 4 günlük geziyi finanse edebildim. Uçak biletini ise arkadaşımın millerini bana çok uygun vermesi sebebi ile 80 TL'ye aldım :) (Normalde 200 TL idi bilet)

Kars'ın turizm bakımından mevsimi kış.Bizim gibi fotoğraf çekmeye gelen gruplar son 2 yıldır olukça fazla.Ben de bu sene çok fazla üye olduğum gruplardan ''Kars gezisi'' başlıklı mail aldım.Artı Sarıkamış kayakçılar tarafından oldukça popüler.Hafta sonu kaymaya gelen İnsan epey oluyormuş ki bizim uçağımızda bir dağcılık kulubünün kayak organizasyonu için Kars'a giden yaklaşık 60 kişilik grubu vardı.

Evet Kars'ı anlatmaya başlayalım.Kars'ın tarihini bir tıkla her yerden bulabilirsiniz.Burada yazdıklarım kişisel deneyimlerimden, gözlemlerimden oluştuğu için ben bunlardan bahsedeceğim.Belirgin iki özelliği Türkiye'nin en yüksek rakımlı iline sahip olması (yaklaşık 1750 m) ve Ermenistan sınırında bulunması aklınızda tutmanız gerekenlerden. Kaşar'a ise sonra değineceğim :)

İstanbul'dan sorunsuz şekilde 2 saatlik yolculuk sonrası havalimanına indik. Güzel ve yeni yapılmış bir havalimanına iniyorsunuz bu arada.Karşılıklı olarak sadece Ankara ve İstanbul'a seferler var günde 2 defa. Havalimanından çıktık ve soğuk bize ''hoşgeldiniz'' dedi. Sanırım 4 gün boyunca gündüzleri -3, -8 derece, geceleri ise -10,-15 derece civarındaydı hava sıcaklığı. Şanslıydık normalde 2 katı soğukluk oluyormuş kış aylarında. Bu sene mevsimleri orada da yaşayamıyormuş halk.

Aracımız bizi beklediği için hemen araçlara yöneldik.Ama siz kendiniz gidiyorsanız korkmayın her havalimanında olduğu gibi burada da servisler var. Ardahan'a, Sarıkamış'a veya Merkez'e belli bir ücret karşılığında götüren servisler var.Merkez 5 TL. (Dönerken kullandım) Taksi kullanacağım diyorsanız 30 TL'yi 15 dk'lık yol için gözden çıkarın derim.

Evet o kadar yer gezdim havalimanı ve şehir merkezi arasında en az mesafe olan yer Kars oldu. 10-15 dk'lık bir mesafe var. Hemen Kars'ın merkezinde olan otele yerleşiyoruz. Ani Kent Otel'i şiddetle tavsiye ederim. Hem konum, hem fiyat, hem temizlik, hem de yardımsever personeli sayesinde çok memnun kaldım.Yolum düşerse eğer bir gün yine Kars'a, tercih edeceğim tek yer olur. Eşyaları yerleştirdik ve hemen kenti gezmeye başladık.

Gideceğiniz yerleri daha kolay bulmanız açısından bir şehir haritası tavsiye ederim.Otelden biz ücretsiz edindik.Bölge hakkında az çok fikir sahibi oluyorsunuz. Arkasında ise bölge hakkında yeterli bilgiler bulunmakta. Hoş ben her gezi öncesi gideceğim yerler hakkında okurum, araştırırım.Nerede ne yenir, ne içilir, nereler vardır sorularını cevapsız bırakmadan gitmem :)

Gezmeye Kars Kalesi civarından başlıyoruz.Zaten Merkez'de gezilecek yerler birbirine oldukça yakın.Yarım günde hepsini gezmeniz mümkün.Sokakları, Ruslardan kalan binaları daha detaylı incelemek ister, her sokağa gireceğim ben derseniz 1 tam gününüzü merkez için ayırabilirsiniz.

1-Kale altındaki bölge; İngiliz Köprüsü, Kalıntılar.




2-Görkemli Kars Kalesi; Kars yıllar boyunca sayısız devletin, uygarlığın saldırısına uğramış, sayısız medeniyete kollarını açmış bir memleket. Kale ise defalarca kuşatılmış, bozguna uğratılmış, yeniden yapılmış, yeniden onarılarak bugünlere gelmiştir.Hikayesini bir yerlerden okurken veya dinlerken şaşırabilirsiniz, çok fazla kuşatılmış. Rus hakimiyeti sonrasında ise maalesef orjinalliğini yitirmiş. Kale'ye çıkmak zor değil. 10-15 dk'lık bir yürüyüş ile çıkmak mümkün.Bizim gibi Kış mevsiminde gidiyorsanız sadece dikkat etmeniz gereken buzlu kaygan yollar olacaktır.Kale'den tüm şehri bir çırpıda görebilirsiniz.Hava da güzel ise güzel bir gün batımına denk gelmeniz mümkün.Biz çıktığımızda oldukça soğuk ve rüzgarlı bir hava hakimdi. Kale içinde dinlenme amaçlı bir kafe yapılmış.Çay, gözleme, tost vb. şeyler yiyip, içebilirsiniz. Giriş ücretsiz.





3-Kale yolu üzerinde göreceğiniz Kümbet Cami, eski adı ile Havariler Kilisesi.İşte bu yapılar Ermeni mimarisi oluyor ve Doğu'da bir çok ilde bu mimariyi görmeniz mümkün.Meşhur Bagratlı Krallığı döneminde inşa edilmiş. Bagratlıların diğer eserlerini görebileceğiniz Ani bölgesinden de başka bir yazıda bahsedeceğim.Tarihi boyunca sürekli değişim geçirmiş olan bu yapı günümüzde cami olarak kullanılmakta.Fakat yerel rehberin verdiği bilgiye göre günde iki defa ezan okunup, cemaat gelirse namaz kılınıyormuş.Çünkü hemen yanında koskocaman bir cami zaten var ve cemaat oraya gidiyormuş.


4-Kümbet Cami önünde bulunan III. Murat döneminde inşa edilen Taş Köprü.

5-Aynı bölgede bulunan tarihi hamamlar.Bunları gezme fırsatı bulamadım ben maalesef. Artık bir daha ki sefere.

6-Bölgede bulunan tarihi camiler; Evliya Cami-Kaleiçi Mahallesi, Yusufpaşa Cami-Yusufpaşa Mahallesi, Fethiye Cami- Ortakapı Mahallesi. Fethiye hariç diğer iki camiyi dışarıdan gördüm.Zaman çok kısıtlı idi.Fethiye Cami ise Rus işgali sırasında Orotodoks Kilisesi olarak inşa ediliyor. Daha sonra Kars fethedildikten sonra onarılarak cami olarak kullanılmaya başlanıyor.(Minareler bu aşamada ekleniyor.) İnanılmaz güzel bir baltık mimari örneği burası.Kesme taşlar bir yana binada mükemmel bir işçilik var.İşte artık böyle yapılar göremeyeceğimiz için olanların kıymetini bilsek çok güzel olacak.


Fethiye Camisi Kilise iken 

Fethiye Cami Şu an ki hali






7-Kars Müzesi: Burayı da maalesef gezemedim.

Defterdarlık Binası




8-Gelelim Rus işgali sırasında Ruslar tarafından yapılan güzel binaların bulunduğu sokaklara. Kars'ın esasında 3 ana mahallesi var yukarıda 6. maddede bahsettiğim gibi. Bu mahallelerde şu an devlet ve askeri kurumlar tarafından kullanılan binaları görmek mümkün.Çoğu restorasyon geçirmiş, bakımlı. Orjinalliğini koruyanlar var, bir kısmını yitirenler var. Şu an ise çok sayıda alt kısmı Rus yapımı, üst kısmı Türk beton yapımı bina görmek de mümkün. (Bakınız Milli Eğitim Müdürlüğü binası) Ama aralarda sahipsiz olan, sadece koruma altına alınıp kaderine terk edilen bina da oldukça fazla. Bazıları ise şahsi ev olarak kullanılıyor.Sahipleri kim acaba gerçekten içlerini görmek isterdim.Çünkü dışarıdan çok güzel görünüyorlar.




Geceleri ise bu binalar ışıklandırıldığı için ayrı güzellikte. Fotoğrafa ilgiliyseniz benim gibi, uzun pozlama sayesinde de güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Hoş bagaj olayı ile uğraşmamak için tripodu getirmedim ben. Zamanında inşa edilen bu binalarda şu an defterdarlık, belediye, milli eğitim bakanlığı, konsolosluklar, çeşitli ilkokul veya Anadolu liseleri gibi kurumlar bulunmakta. Binalarda ilk dikkati çeken şey taş işçiliği.

Öğrendiğim kadarıyla Ruslar, Hollanda'dan getirdikleri mühendislere bu binaları Baltık tarzında ve mazgal sistemi şeklinde (birbirini dikine kesen sokaklar) inşa ettirmişler. Kale içi dediğimiz bölgeye hiç dokunmamışlar, bu binaların hepsi bahsettiğim mahallelerde yapılmış. ''Peç'' denilen sistem kurulmuş binalarda, Peç, uzun ve soğuk kış günleri için duvarların içinden geçirilen boru sistemi oluyor. Böylelikle binalar kolaylıkla ısınıyor.

9-Bunlar dışında Kars'ta ilgi çekici pek bir şey yok.Bu binaların, tarihi eserlerin yanında derme çatma gecekondular, beton yığınları, yerli esnaf dükkanları (bol tabelalı) görmek mümkün. Bu eserler olmasa gerçekten mistik diyebileceğim hiç bir şey yok Kars merkez'de.

10-Yesek içsek kısmında ise geceleri Kars kültürüne göz atmak babında türkü barlar vs. varmış.Bizden bir grup gitti.Şahsen çok sevmediğim için ben gitmedim. Kars Store adında bir şarap restaurantı var. İç mekan yöresel olarak döşeli ayrıca canlı müzik olan bir yer.Fiyatlar ise epey pahalı.İstanbul'dan farkı yoktu.


11-Kars denilince akla Kaz gelir demişlerdi.Porsiyonu 50 TL dediler, yemedim.Hoş yiyecek vakit de yoktu.Programımız baya sıkışıktı.Son gün serbest zaman olduğu için son gün yeriz denildi ama ben gruptan ayrı olarak sabah uçağı ile döneceğim için tatma kısmına kalamadım.Açıkçası çok da merak etmiyordum.Et olayında dana-öküz eti haricinde olan etlerle aram çok iyi değil.


12-Kars'ın ayrıca Ruslardan yadigar alan gravyer peyniri meşhur. Büyükbaş hayvancılıkla ağırlıklı olarak geçimlerini sağladıkları için et ve süt ürünleri de epey meşhur.Merkez'de bir çok peynir dükkanı göreceksiniz. Büyük Zavotlar ve Ariş en ünlüleri. Kaşar peyniri ve gravyer almadan dönmeyin. Eski kaşarın kilosu 17 TL, Gravyer'in ise 30 TL. Bal da oldukça meşhur ve saf olduğu söyleniyor. Ufak kavanozu 20 TL idi.


13-Son olarak meşhur Doğu Ekspresi'nin durağı Kars Tren Garı. Malum bizde bakım-onarım çalışmaları var. Tren, hayatımın bir bölümü ile özdeşleştiği için çok seviyorum. Gara gidince daha iyi anladım bunu.Umarım bir gün Doğu ekspresi ile de buralara gelebilirim.



Merkez hakkında söyleyeceklerim bu kadar.Yürüme mesafesinde olduğu için her yeri rahatlıkla gezebilirsiniz.Kısaca izlenimlerim Kars'ta inanılmaz bir sefalet var. Gitmeden önce okuduklarıma hak verdim.İnsanlar merkezde bir nebze daha iyiler. Kış mevsiminde canlanan turizmi fırsat bilerek ne kazansak kardır diyerek yerli&yabancı turistleri kazıklamaya çalıştıkları da aşikar. Batı'ya ise oldukça fazla göç var.Malum geçim kaynakları çok kısıtlı ve devlet desteği de görmedikleri için İnsanlar ne yapsın. Yaptığımız köy gezilerimizden bahsedeceğim ilerleyen yazılarda. O zaman gerçekten sefaleti fotoğraflarda göreceksiniz. Güzel bir turizm stratejisi ile buraya daha fazla ilgili İnsanlar çekilebilir. Ama Kars halkını da bu konuda bilinçlendirmek önemli.Ben gitmeden önce çevremde ''Aaa neden kars, ne var ki orada? Gerçekten bilmiyorum.'' diyen çok fazla İnsan vardı. Belki yazılarımı, fotoğraflarımı gören olur da, birilerinin gitmesine nail olurum diye işte bu blogu tutuyorum :)


Son olarak mevsim kış, içlik giymeden gitmeyin!

Çıldır Gölü

$
0
0
Kars'ta ikinci günümüz ve günü Çıldır'a ayırdık.



Çıldır Gölü, Ardahan ve Kars illeri sınırları arasında kalan 123 m2 ile Doğu Anadolu'nun ikinci büyük gölü. (Birincisi Van Gölü) Tatlı su olması nedeni ile ise Doğu Anadolu'nun en büyük gölüdür.







Gölde yetişen aynalı sazan nedeni ile bölgede balıkçılık gelişmiş ve halkın neredeyse tek geçim kaynağı haline gelmiş. Göl, yılın 4-5 ayı donmuş olsa bile kış mevsiminde gölün üzerindeki buz tabakası kırılarak balık avlanmakta. Bu zevki benim gibi tatmanızı tavsiye ederim.Gerçekten zor bir o kadar da enteresan bir yöntem. Şöyle ki göl donmadan önce çeşitli noktalardan ağlar atılıyor ve bu noktalar işaretleniyor. Birbirleri ile bağlı olan bu noktalarda ağlar suyun içerisinde beklemekte. Göl donduğunda ise bu belirlenmiş noktalardan önce kürek yardımıyla kar temizleniyor. Buz tabakasına ulaşınca buz kırılıyor ve belli bir ölçüde kırılan buz içerisinden ağ çekilmeye başlanıyor. Ağa takılan balıklar ya ölü, ya da ölmek üzere oluyor ve karlı zemine doğru satılmak veya pişirilmek üzere atılıyor. İşte biz de bu aşamada balıkçıların balıklarla olan ilişkisini fotoğrafladık.




Avcılar hep birlikte :)


Dip not; Balıkçılar her zaman oralarda olmuyor. Özellikle balıkçılar için gidiyorsanız Akçakale köyünde yaşayan balıkçıları sorabilir ve fotoğraf için geldiğinizi söyleyip, çekim için izin alabilirsiniz ama fotoğraf çekiminden maalesef ücret alıyorlar :) Grup olursa 300-400 TL. Bir kaç kişi olursanız sanırım gönlünüzden ne koparsa.


Çıldır Gölü'nün bulunduğu Akçakale köyünü de gezmeye koyulduk bu fotoğraf seansından sonra. Ayrıca adacık olarak da adlandırılıyor burası. Yani göl ile bağlantısı olan bir ada esasında. Köydeki yaşam oldukça zor ve zahmetliydi gözlemlediğim kadarıyla. Esasında geniş geniş Kars köylerinden başka bir yazı da bahsedeceğim o yüzden pek köy yaşantısına girmeyeyim şimdilik.



Çıldır Gölü'ne dönelim. Merkez'den yaklaşık olarak 1,5 saat kadar sürmekte. Kar ve dağ manzaralı yollardan geçerken sağlı sollu tilkiler gördük. Abartmıyorum nasıl biz kedi köpeğe alışmışsak, Kars'ta da yollar üzerinde hep tilkiler var. Ama korkmayın çünkü onlar sizden korkuyorlar :) Yola yakın seyreden tilkileri her gördüğümüzde arabayı durdurduk fotoğraf çekmek için fakat tilki kurnaz işte arabanın durduğunu görünce direk koşmaya, bulunduğu yerden uzaklaşmaya başlıyordu. Yolda tilki görüp kaç defa durduğumuzu sayamadım bile :) Ben geniş açı kullandığım ve durduğumuz anda da o kadar atik davranamadığım için hiç tilki fotoğrafı çekemedim. Ama tele lensleri olanlar gayet minibüs içinden bile çekebildiler. Neyse en azından canlı canlı görmüş olduk :) Köylerde ise tilkilerden hayvanlarını korumak isteyen vatandaşlar en az 2 köpek besliyor. Bu durumda epey enteresandı. Köyler köpekten geçilmiyor tilkiler nedeni ile.

Fotoğraf Zehra Arslan Ceylan'a aittir.


Çıldır'a epey kar yağmıştı.Gitmeden önce giden bir kaç tanıdığım beni ''aman dikkatli ol, kayabilirsin, gölde yürürken dikkat et'' gibi telkinlerde bulunmuşlardı. Nedense beklentim de buz olan bir zeminde yürüyeceğimizdi. Ama inanın hiç alakası yok.Gölde yürürken sanki herhangi bir toprak zemini kar kaplamış hissiyati ile yürüyorsunuz. O buz zemini görebilmek için balıkçılar kadar uğraşmanız gerekiyor. Sadece ufak bir not sağlam ve su geçirmeyen bir ayakkabınız olsun. Malum ayaklar saatlerce kar içerisinde duracak.Üşüyüp, hasta olmayın.




Çıldır gölü böyle uçsuz bucaksız gibi görünüyor. Bazı bölgelerinde atlı, kızaklı gezdiriciler var. Kızakların olduğu bölgede Atalay'ın yeri adında çok salaş bir balık lokantası da var. Acıktıysanız ya da illa sarı balıktan yiyecekseniz uğranabilir. Hoş biz balıkları kızartma usulü yedik ben çok beğenmedim. Balık, salata, bir iki ufak meze 25 TL. Ayrıca abartıp arabası ile göl üzerinde patinaj çekenler bile var. Çıldır'daki  tek dileğim gün batımı hastası olarak güzel bir gün batımında Göl'ün fotoğraflarını çekmek idi.Ama maalesef tam o sıralarda hava bozdu, kar yağışı ve rüzgar başladı. Güzel bir şey çıkaramadan döndük :(

Çıldır Gölü'nde en sonunda soğuktan çıldırdım.


Karda yürümek, 3 saat kadar balık ve balıkçı fotoğrafı çekmek ve tabi ki yol beni çok yormuş olacak, gece Kars merkeze çıkıp fotoğraf çekme düşüncemi otel odasına girince direk bir sonraki geceye erteledim :(




Çıldır sonrası hemen yakınında (2 km)  bulunan Şeytan Kalesi'ne gittik.Ulaşmak için bir hayli yürümeniz gerekiyor. Ama karlı dağlara karşı manzarası oldukça güzel. Turizm Bakanlığı tarafından veya Belediye tarafından tam olarak kestiremedim  bir takım çalışmalar yapılmış. Korkuluklar, yönlendirme tabelaları mevcut. Geceleri de fotoğraftaki görülen lambalar yanıyorsa ne güzel. Hoş gece buralarda birileri olur mu o da ayrı bir konu. Kale muhakkak bir şeyleri koruyup, kollamak adına yapılmış ama hakkında çeşitli efsaneler yer almakta.

Yaz aylarında teknelerle geziliyormuş Göl. Kim bilir belki bir de yaz mevsiminde görürüz buraları ;)


Bireysel olarak gitmek istiyorsanız kış mevsimi nedeni ile dolmuş, otobüs yok gibi bir şey buraya.Bir arkadaşım için araştırmıştım sabahın çok erken saatlerinde merkezdeki otogardan Çıldır'a bir otobüs varmış fakat dönüş saatinden hatta dönüşünden emin olamadık:) En güzel yöntem araba kiralamak, bir taksici ile anlaşmak ya da Kars'ta bulunan yerel turizm acentelerinin programlarına bakmak.


Son dip not: Her an değişebilen hava için sıkı giyinin.Benim gibi beyaz tenli olanlar rüzgar ve soğuk nedeni ile kış yanığı olabilirler :)

Bir Sonbahar Senfonisi, Yenice Kent Ormanı

$
0
0


Tam üç yıl önce bir dergi içeriğinde görmüştüm Yenice Ormanlarını. O kadar harika fotoğraflar vardı ki, resmen rüya gibiydi. Sonra oraya nasıl gidilir, oraya nasıl ulaşılabilirim adlı çalışmamı yaparken yeni yeni keşfedilmek üzere olduğunu öğrendim çeşitli bloglardan. Yenice de maalesef üç yıldır özellikle sonbahar mevsiminde gitmek isteyipte gidemediğim bir yer olmuştur. Kısmet bu seneye imiş. Kasım ayında Amsterdam planım olmasının yanında bu ekstra bir gezi oldu benim için. Ama dönüp düşündüğümde ''İyi ki de yapmışım'' diyorum!


Şeker Kanyonu




Yenice Karabük'e bağlı şirin ve minik bir ilçe. Karabük merkezden Yenice yaklaşık 35 Km.Yenice'ye nasıl gidilir derseniz, kendi aracınızla gidebileceğiniz gibi, otobüs-minibüs vb. ulaşım araçları ile de gidebilirsiniz. Ya da özel rotalı turları takip ederek gelmeniz mümkün. İstanbul'dan sırası ile Bolu, Gerede, Eskipazar ve sonrasında Karabük yolunu takip ederek, Yenice'ye ulaşabilirsiniz. Yenice merkezden de 20 dakikalık bir mesafe ile orman girişindeki Konuk evine ulaşıyorsunuz. Otobüsle gelmek isterseniz direk Karabük'e giden ve Yenice'de duran otobüslere binmeniz gerekiyor. Yenice merkezden ormana geçmek için ulaşım var mı açıkçası bilmiyorum ama Konuk evine telefon açarak sorabilirsiniz. Ya da merkezden birilerine danışabilirsiniz. Mola ile birlikle 5 saat sürdü bizim Yenice'ye ulaşmamız. Ben ise Arnika Tur ile gittim. Çok da iyi yaptım. Bir gün yenice, diğer gün Yedigöller ziyareti yaptık.




Yenice doğa severlerin, kamp sevdalılarının, yürüyüş ve bisiklet tutkunlarının, bitkilere meraklıların gözde yeri son yıllarda. Özellikle bu sene bir çok kitapta/kaynakta adını duyar, fotoğraflarını  görür oldum. Yenice nasıl bir yer derseniz, fotoğraflar eşliğinde size biraz bahsetmek isterim.



Yenice WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından acil korunması gereken 100 sıcak nokta olarak ilan edilmiş bir yer. Karabük Valiliği ve Yenice Kaymakamlığı sayesinde de 2009 yılında oldukça güzel çalışmalar neticesinde ekolojik turizme kazandırılmış bir yer, Yenice. Şu an İnsanlar tarafından çok keşfedilmemiş o yüzden bakir kalmış. Gerçekten orman, doğa sevdalıları için mükemmel bir keşif noktası İçerisinde günübirlik kısa yürüyüş parkurları olduğu gibi çadır ile konaklaya konaklaya gezeceğiniz ve nereden baksanız 10 gün sürebilecek parkurlar da mevcut. Yani Likya, St. Paul gibi uzun rotalı bir yer sizi bekliyor. Bilmem kaç yıllık olan Anıt Ağaçlar, bin bir türlü bitkiler, yaban hayat, şelaleler, kanyonlar, göletler, dereler size sunulan mükemmel şeylerden sadece aklıma gelenler. Yani esasında açık hava müzesi. Bisiklet rotaları da oldukça güzel. Mevsimin artık kışa yaklaşması nedeni ile tesiste kiralanabilecek bisiklet göremedim. Güzel havalarda ATV de kiralamak mümkün. Arzum sabah çıkıp 1 saatte olsa bisiklet ile ufak bir deneyim yaşamaktı.Bunlar dışında Kanyon'da yüzebilir, yürüyüş yapabilirsiniz. Yamaç paraşütü, rafting diğer yapılabilecek sporlar. Biz yarım gün orada olabildiğimiz için sadece 4 km'lik bir rotayı yürüdük. Ertesi gün ise 1 km'lik bir alanı yürüyüp, fotoğraf çektik. Daha fazla aktivite için İlkbahar'ı bekliyorum artık.






Yolunuz kaybetmemeniz için kırmızı-beyaz çizgileri takip ediniz. (Uluslararası kodu GR Footpath)





Konaklama kısmına gelrisek, Yenice kent Ormanı içerisindeki Konuk Evinde maalesef özel misafirler dışında konaklama seçeneği yok. Ama burada çok güzel yemekler yiyebilir, çay-kahve için uğrayabilirsiniz. Ayrıca bahçesinde bulunan piknik masalarında 10 TL karşılığında aileniz/arkadaşlarınızla vakit geçirebilirsiniz. Onun dışında çadır güzel bir alternatif. Çünkü çok güzel kamp alanları var.



Yenice ilçesinde de kalabileceğini gibi, son zamanlarda İncebacaklar köyünde aile pansiyonculuğu gelişmekte imiş. Bu da başka bir alternatif olabilir.




Ne zaman gidilir derseniz İlkbahar ve Sonbahar ideal zamanlar. Fotoğraflardan da anlayacağınız üzere bu mevsimlerde tam bir renk cümbüşü oluyor.



Detaylı bilgi için Yenice Kaymakamlığı tarafından hazırlanan  kitaba bu linkten ulaşabilirsiniz.

Yine görüşeceğiz seninle Yenice...



Tetova

$
0
0

Üsküp'te ikinci günümüz. Sabah erkenden yollara dökülüyoruz amacımız esasında Bitola'ya gitmek ama öğreniyoruz ki öğlene kadar olan tüm otobüsler dolu. Ne oldu böyle Allah Allah derken farkettim ki otogar öğrencilerle dolu ve günlerden Cuma. Millet hafta sonu evine, ailesinin yanına dönüyordu.

Plan değişikliği yaparak o gün Tetova'yı aradan çıkarıp yine Üsküp'te takılalım bari dedik. O yüzden Bitola'yı bir sonraki güne erteleyerek Tetova'ya nasıl gidilebileceğini bulmaya çalıştık.

Üsküp Otogar'da esasında bir kaç hat Tetova otogarından geçiyor. Bunu Tetova'ya ulaştıktan sonra farkettik tabi geri dönüş yolunda :) Ama ben daha önce okuduklarımdan Üsküp çarşının oralarda araçların gittiğini biliyorum. O yüzden çarşıya doğru giderek birilerine soralım dedik. Türk Çarşısına gidip anlaşabileceğimiz birilerini bulmaya çalıştık. Tarifler, tarifler... Ama bir türlü araçların nereden kalktığını bulamıyoruz. Sonra tam Türk çarşısının başlangıcında bir fırın bulduk. Yarı İngilizce, yarı Türkçe, ağırlıklı el kol hareketleri ile derdimizi anlatmaya çalıştık ve bizi yönlendirdiği tarafa doğru geçtik.


Tetova'ya kendi çabalarınız ile  gitmek istiyorsanız iki seçenek var. Biri Üsküp Otogarından Tetova'ya da uğrayan hatlardan birini kullanmak. Diğeri ise bizim yöntem olan Türk çarşısı başlangıcında sol tarafta göreceğiniz köprüden aşağıya doğru giderek, tam köprü bitiminde bekleyen özel araçlarla gitmek. Her iki seçenekte de 120 MD ödüyorsunuz ama camiye ulasmak icin taksi kullanmak gerekiyor. Özellikle tetova otogar ve merkez arasında epey mesafe var. Bu mesafe icin taksiye giderken 60 MD, donerken ise 80 MD verdik.

Gidişimiz çok ilginç oldu. Çok az Türkçe konuşan eleman bize tarif etti. Köprü bitiminde araçlar var dedi yürüdük. Baktık otobüs gibi bir şey yok. Tabi biz toplu ulaşım aracı bekliyoruz. İki tane biri epey eski biri ise doblo marka tarzında araba park halinde bekliyor. Biz yönelince bir hareketlenme oldu. Arkadaşımla tırsmadık değil. Çünkü toplu taşıma olduğunu gösteren hiç bir şey yok araçlarda. Bildiğin kaçak yolcu taşıyan arabalar gibiydi :) Arkadaşım bir yandan binmeyelim falan derken gördük ki bir araçta 2 kişi oturmuş bekliyor. ''Tetova?'', ''Yes, Tetova!''şeklinde kafalarla anlaştıktan sonra bindik vallahi. Meğersem bu şekilde çalışan, 4 kişiyi tamamlayınca kalkan bir sistemmiş. Oldukça ilginçti :)

Köylerden geçerek adamın bizi Boyalı Cami'de bırakmasını istedik. Biraz daha fazla ücret vererek cami önünde indik çünkü araç oraya kadar gitmiyor.Bıraktığı yer ile cami arasında 1 km kadar bir mesafe var. Istebu mesafe icin 60 MD daha verdik. Yol Üsküp'ten 50 dk kadar sürüyor.


Alaca Cami (Boyalı Cami) 1438 yılında Osmanlı zamanında inşa edilmiş bir eser. 2010 yılındaki restorasyon işlemleri ile bugünkü boyalı, görkemli haline getirilmiş. Cami de seramik yerine bol çiçek motifli resimler hakim. İmam ışıkları açtığında açıkçası caminin süsünden gözlerim kamaştı :) Hem iç hem de dış tarafında çok güzel boyamalar mevcut. İki katlı, ev görünümde olan caminin çok da güzel geniş bir bahçesi mevcut.



Gitmeden önce fotoğraflarını görmüştük. Gerçekten fotoğraflardaki kadar vardı. Cami imamı İngilizce veya Türkçe bilmediği için konuşamadık. Bir kaç soru soracaktım ama neyse sonra google yolu ile araştırma yaparım dedim. İçinden ve dışından cami fotoğrafları çekerek gezimizi tamamladık.


Tetova'da bir de ünlü Harabati Baba Tekkesi var. Ama biz açıkçası yağmur yağdığı için gitmeyelim dedik ve Üsküp'e geri dönmek için taksi çağırdık. Taksi şoförü amca da Rumeli Türklerinden çıktı :) Bizi Otogara bıraktı sağolsun. Tetova Otogarından Üsküp biletimizi alarak bu sefer otobüslerle döndük. 1 saat Tetova'yi gezmek icin yeterli bir süre.

Bu arada Tetova'nın diğer adı Kalkandelen. Arnavutların ve Rumeli Türklerinin yoğun olarak yaşadığı şehirlerden birisi.

Viewing all 114 articles
Browse latest View live